Karanlık bir gelecek vurgusu, kökleri Samuel Butler’a kadar uzanmakla birlikte, özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ardından edebiyat tarihinin çeşitli dönemlerinde karşımıza çıkan temel olgulardan biri haline gelmişti. H.G. Wells’den Zamyatin’e, Jack London’dan Kafka’ya uzanan okumalarda zaman zaman gündeme gelen; ancak Nazi soykırımı ve totaliter rejimlerin güçlenmeleri karşısında daha etkili bir dışavurum aracına dönüşen bu bakış, son yıllarda gösterime giren pek çok filmde kendisini gösterdi.

George Orwell’ın 1948’de yayımlanan ve peşinde birçok tartışmayı sürükleyen ünlü romanı “1984”, geniş kitlelerin “distopya” kavramıyla tanışmaları anlamında önemli bir başlangıçtı. Eski Yunancada “ideal olmakla birlikte, var olması olanaksız görünen” felsefi / siyasal modelin karşıtı olarak kurgulanmış bu kavram, Orwell’daki kadar popüler olmamasına karşın Aldoux Huxley’nin 1932 tarihli “Cesur Yeni Dünya” adlı romanında da karşımıza çıkıyordu.

Sinemaya Yansıyanlar

Savaşlardan medet uman insanlığın, geleceğini bizzat kendi eliyle karartıp özgürlüğüne son vermesini hiciv ve trajediyi kaynaştırarak resmeden yaklaşım, içerdiği olgun örneklerle sinemada da kendisine bilim kurgunun alt türü olarak yer buldu.

Bu noktada sinema tarihinin ünlü distopik filmlerine göz atarsak, karşımıza şöyle bir liste çıkar: Kubrick’in “Otomatik Portakal”ı Truffaut’nun “Fahrenheit 451”i, Peter Brook’un “Sineklerin Tanrısı”, Michael Radford imzalı “1984” uyarlaması, Terry Gilliam’ın “Brazil”i, Ridley Scott’ın “Blade Runner”ı. Ayrıca pek çok yapımın (alt türe dâhil edilebilecek arkaik bir örnek olan ve tartışmalı finaliyle “yumuşama” eğilimi gösteren Fritz Lang’ın “Metropolis”ini de hatırlayarak) benzer temalar ekseninde gündeme geldiğini anımsamak gerekiyor.

Zamanda Yolculuk

Erika Gottlieb, Doğu ve Batı distopyalarını incelediği makalesinde kriz dönemlerinde sözde etkili bir çözüm bulmak için, sadece acil durumla başa çıkılacağı sözünün verilmesinin sonun başlangıcına işaret ettiğini vurgular. Ütopik hayalin distopik gerçekliğe dönüştüğü bu an, edebiyat ve sinema örneklerinde adalet mekanizmasının hızla çarpıtılması ve bireyin özel hayatının yok edilerek kahramanın yargılanması süreçlerini beraberinde getirir. Bütün bu olan biteni anlamlandırmaya çalışan ana karakterin sorunu çözmesinin tek yolu, tarihin peşine düşüp kırılmanın başlangıç noktasına gitmektir.

Distopik sinemanın “zamanda yolculuk” kavramını gündeme getirmesine yol açan bu gelişmelerin en popüler örneklerinden olan Terminator, olguyu tersyüz ederek, otoriter güçlerin (makinelerin), gelecekte başlarına dert olacak direniş liderini yok etmek üzere geçmişe dönmelerini konu alır. Terry Gilliam ise 12 Maymun’da kendisine ilham kaynağı olan Chris Marker’ın ünlü eserinden (La Jetee) yola çıkarak, çözümü 3. Dünya Savaşı’nın öncesine gitmekte arar. Geleceğe Dönüş’ün çılgın kahramanlarının ya da Superman’ın geriye dönüşleri sayılmazsa, olguya distopya penceresinden yaklaşan son önemli filmin Tetikçiler olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak yaşadığımız gezegenin tüm olanaklarını sonuna kadar sömüren, dünyayı mahveden insanoğlunun, karanlık günleri ‘hayal etmekle’ uğraşması şaşırtıcı değil. Umut, insanlığın yenilenmesinde ve ütopyaların distopyaları yenmesinde belki de.