Takvimler 26 Mayıs 1960’ın gece yarısını gösteriyordu. Aylar süren çalışmaların sonucunda “ Antalya Festivali” adı verilen etkinlik için son hazırlıklar tamamlanmıştı. Program, ertesi gün saat 8.30’da dönemin Belediye Başkanı Ömer Eken’in konuşmasıyla başlayacak, resmi geçit töreninin ardından motorla denizden Lara’ya geçilerek devam edecekti. Üç gün sürmesi planlanan organizasyonda Ankara Devlet Tiyatrosu Aspendos’ta “Othello”yu sergileyecekti. Dans ve caz gösterileri, mehter takımı, ortaoyunu gösterisi, Aksu Öğretmen Okulu öğrencilerinin temsilleri, fener alayı, garden parti, program kitapçığında ayrıntılarıyla ele alınıyordu.
O gece evinde heyecandan uyuyamayan Başkan Eken, konuşmasını yeniden gözden geçirirken ve henüz şafak sökmemişken, evinin kapısına dayanan asker topluluğuyla karşılaştı. Belediye önündeki açılış konuşması bir başka bahara kalmış, ihtilalin hemen ardından gözaltına alınmıştı.
Behlül Dal’ı Anımsamak
Altın Portakal’ın öncülü konumunda olan ve gerçekleşemeyen o festivalin mimarları arasında, Antalyalıların bugün adını ezbere bildikleri genç bir adam da vardı. Dostumuz, araştırmacı gazeteci Yusuf Yavuz’un son haberini içimiz burkularak okuduğumuz, heykeli ve arşivi depolarda çürümeye terk edilen Behlül Dal.
Ankara Hukuk Fakültesi öğrenimini yarıda bırakan Dal, 1940’lı yıllarda Antalya Halkevi Bölge Yönetmenliği yapmıştı. 1922’de İstanbul’da doğmuş, Antalya ile 1931 yılında, babası Mustafa Fuat Bey’in kentte sürdürdüğü Ağır Ceza Hâkimliği görevi sırasında tanışmıştı. 11 Nisan 1957’de yanına kentten arkadaşlarını da alarak İsmet Paşa No: 73’te bir film şirketi (Antiş Film) kuracaktı.
İlk denemesi 27 Mayıs engeline takılan Behlül Dal, dört yıl kadar sonra, çocukluktan arkadaşı olan yeni belediye başkanı Dr. Avni Tolunay’la işbirliğine giderek bir film festivali için düğmeye basacaktı. Hedef, bir dünya cenneti olan Antalya’yı önce ülkeye sonra da dünyaya tanıtmaktı. Konyaaltı sahilleri Cannes’ı çağrıştırmıyor muydu zaten? Ayrıca Yeşilçam’ın kodaman yapımcıları ve sinema yıldızları açısından, iklimi ve doğal güzellikleri dışında sayısız yazlık ve kışlık sinemaya da sahip olan Antalya’dan iyi bir yer mi vardı memlekette?
Türkiye’nin Kültür Markası: Altın Portakal
Hafızası konusunda iddiaların muhtelif olduğu bir ülkede -12 Eylül dönemi sayılmazsa- 60 yıl boyunca aralıksız festival düzenlemek kolay iş değildir. Altın Portakal, sinemamızın belleği olduğu gibi, Türkiye’nin de en köklü kültürel organizasyonudur. Devletten irili ufaklı destekler alsa da, özünde bir yerel yönetim faaliyetidir; adı göreve başlayan her belediye başkanının “yapılacaklar” listesinin başında yer alır. Bu miras Tolunay ve Dal’dan kalmıştır. Festivali adı ve simgesi de (Venüs Heykeli) Behlül Dal’a aittir.
Bugünün yöneticileri için o bildik tabiriyle vefa, İstanbul’da bir semt adı olarak değerlendirilebilir; ama en güç koşullarda dahi sinemanın yanında duran, son yıllarda etkinlikten -organizatör marifetiyle- itinayla uzaklaştırılan Antalyalı için durum hiç de böyle değildir. Dal ve Tolunay, meşakkatli bir sürecin, doğru ve yanlış kararların arasında temel bir işlevi yerine getirmişler, Altın Portakal’ı ülkenin en önemli sinema etkinliğine dönüştürmüşlerdir. Organizasyonun kentin tanıtımında oynadığı rol büyüktür.
Çetrefilli bir yoldur bu. Kimi zaman Yeşilçam kavgalarının arasında kalmışlar, kimi zaman da aldıkları (ya da alamadıkları) kararlarla uluslararası skandalların ortasına düşmüşlerdir. 60’ların önemli sinemacıları tarafından protestoya uğradıkları da olmuştur, İstanbul’dan getirilen bikinili kızlara verdikleri destekle ikinci bir Brigitte Bardot yaratmaya çalıştıkları da. Hepsi bir yana, temelde taşıdıkları iyi niyete saygıda bulunmak bir görevdir adeta.
AKSAV’ın Tarihine Bakış
Festival bir belediye yapılanması olsa da sivil inisiyatifin yerel yönetime destek vererek organizasyonda yer alması fikri, Portakal’ın 60 yıllık tarihinde çeşitli defalar karşımıza çıkmıştır. Bunlardan ilki, Yener Ulusoy’un başkanlığında, 1985 yılında kurulan ilk AKSAV’dır (Antalya Kültür, Sanat ve Turizm Vakfı). Turgut Özal’ın da desteğiyle büyük bütçelerin söz konusu olduğu, ilk kez uluslararası bir müzik yarışmasının da (Akdeniz Akdeniz) gerçekleştiği bu dönem, 1989 yılında, belediyenin önerisi sonucu lağvedilir. Geriye büyük borçlar kalmıştır. İlk deneyim başarısızlıkla sonuçlansa da organizasyonu halkın içinden çıkan temsilcilerle ve demokratik kitle örgütlerinin desteğiyle sürdürmenin önemli olduğuna inanan Hasan Subaşı, aynı yıl sivil inisiyatifle oluşan bir tertip komitesinin oluşmasına önayak olur. 15 Ocak 1995 yılında ise ikinci AKSAV kurulur.
Antalya Kültür Sanat Vakfı’nın faaliyet sürdürdüğü yaklaşık 20 yıllık sürede dikkatimizi çeken ilk olgu, sinemamızın içine düştüğü krizdir. Yeşilçam’ın çöküş yıllarında kimi zaman yarışacak film sayısının bir elin parmaklarını güçlükle aştığı bu dönemin yöneticileri ve çalışanları koşulların güçlüğüne, o yıllarda gündemde olan “Eski / Yeni Sinemacılar” kavgasına karşın büyük bir özveri göstermişlerdir. Sonraki dönemde yalnızca organizatörlerin değil, yer gösterici gençlerin dahi İstanbul’dan taşındığı düşünülürse, festivalin, yerelin imkanlarının zorlanarak hayata geçirilmesi çok anlamlıdır.
Emekçilerin Yanındayız!
Bu satırların yazıldığı saatlerde AKSAV emekçilerinin seslerini duyurmak için yeni bir eylem hazırlığına giriştikleri haberini aldım. Festivalin 50 yıllık tarihini kaleme alan bir sinema yazarı olarak çalışmalarına defalarca tanıklık ettiğim, maaşları aylarca ödenmemesine rağmen çok başarılı festivaller organize ettiklerini gözlediğim çalışanların yanında olduğumu vurgulamak isterim. Vakfın, Prof. Dr. Mustafa Akaydın döneminin hemen ardından kapısına kilit vurulması, dönemin yerel yönetiminin tercihi olabilir; ancak ücret ve tazminatlarını alamayan, mahkeme koridorlarında deyim yerindeyse süründürülen emekçilere reva görülen muamele Antalya’nın ayıbıdır. Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin, mağduriyetin giderilmesi şöyle dursun, topu vakfın artık var olmayan yöneticilerine atması sorunu çözmekten uzaktır. Bilindiği gibi yerel yönetimlerde devamlılık esastır. Bugün onlarca yıllık hak edişlerinden yoksun bırakılan çalışanlar, Altın Portakal’da yıllarca tüm Antalya’yı temsil etmişlerdir.
Bu noktada, Sayın Muhittin Böcek’e, daveti üzerine 7 Mayıs 2019 tarihinde yaptığım ziyarette AKSAV birikiminin gözardı edilmemesi ve festivale yıllarca hizmet etmiş deneyimli kimselerden yeni dönemde muhakkak yararlanılması konusunda görüşlerimi belirttiğimi hatırlatmak isterim. Böcek’in böyle bir tasarrufta bulunmaması kişisel (ve kanımca çok yanlış) bir karar olsa da, gerek son bildirideki görüşleri, gerek de kendi dönemindeki başarısız Altın Portakal organizasyonu her açıdan izaha muhtaçtır.
Sinema Müzesi
Behlül Dal Sinema Müzesi’nin kuruluş çalışmalarına 2013’ün yaz aylarında başlamıştık. Dönemin Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanı Adem Akyürek’in talebiyle müze alanını ziyaret etmiş ve görüşlerimizi kendisiyle paylaşmıştık. Bugünlerin attığı her adımı parayla ölçen “festival sanat yönetmenlerinin” tersin, binanın iç tasarımında Modern Zamanlar Sinema Topluluğu olarak kişisel hiçbir menfaat gözetmeksizin severek görev aldık, açılıştan sonraki aylarda katılım çok yüksek olduğu sinema derslerine devam ettik.
Bugün gelinen nokta ve Yusuf Yavuz’un paylaşımları durumun içler acısı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Müze görevlilerinden Hüseyin Erhan Acar’ın önceden işaret ettiği gibi, geçenlerde kaybettiğimiz Guiness Rekoru sahibi senaristimiz Safa Önal’ın daktilosu, Lütfi Akad’ın orijinal senaryosu, Behlül Dal’ın miras bıraktığı ekipmanları şu anda nerelerde ve ne haldedir? Kentin mirasına sahip çıkması beklenen ve (dört koca yılın sonunda!) müzeyi yeniden ayağa kaldıracağı söylenen yerel yönetim, bugüne dek konuyla ilgili hangi çalışmaları yapmıştır?
Behlül Dal Sinema Müzesi’ndeki envantere sahip çıkmayı aklından dahi geçirmediği ortada olan Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin müzecilikten anladığı ihale açmaktan ibaret olabilir. Bu konuda kentte oluşan sinema birikimden faydalanmayı, Altın Portakal örneğinde olduğu gibi söz konusu etmeyebilir. Ancak tarih bütün bunları not etmektedir.
Zeynep Özbatur Atakan, Alin Taşçıyan, Hülya Uçansu ve Elif Dağdeviren’in başında olduğu 2015-2019 yılları arasında düzenlenen festivaller, en nihayetinde Ulusal Yarışma’yı kaldırarak tarihin kara sayfalarındaki yerlerini aldılar. Organizatör Ahmet Boyacıoğlu’nun damgasını vurduğu Portakallar ise “Gerek yönetmelik ihlalleri, gerek niteliksiz jürileri ve özellikle de halkın neredeyse bulunmadığı festivaller” olarak anılacak.
Unutulmasın: Behlül Dal’ın çürümeye terk edilen silikon başı, onca kaybolan envanter, yılları çalınan festival emekçileri ve yerelde uzun zaman içinde oluşan deneyimden kaçırılıp “işini bilen” organizatörlere teslim edilen festivaller kentin birikiminden bir şeyler koparmaktadır. Ve “uygulamalı mal alım ihaleleri” bunun bedelini karşılamaktan çok uzaktır.