Şimdiye dek dört mevsimi yaşamakla ve tarım ülkesi olmakla övündüğümüz ülkemizde artık her şey tepetaklak. Toprak aynı toprak, güneş aynı güneş, su da öyle. Öyleyse ne oldu da topraktan uzaklaştık? Üretmekle değil de tüketmekle övünür olduk? Gölgelerimiz uzarken, görüşümüz neden kısaldı? Köylü yoğurdu, yumurtayı neden marketten almaya başladı? Hamuru yoğurmaktan, tavuğu yemlemekten, ineği sağmaktan neden vazgeçti üretici? O kadar soracaklarım var ki sonu gelmez. Sözü daha fazla uzatmadan plastik çiçeklere geçmeli.

Pencerelerde plastik çiçekler parlamakta. Evlerin içinde masaların üstünde renk renk naylon kokan çiçekler kurulmakta. Bahçelere bile utanmadan yerleşmiş plastik çiçekler. Yanı başında harman harman açan sardunyalara inat naylon çiçekler dimdik durmakta.

Antalya, yurdun en verimli kentidir, bunu herkes bilir. Toprağa ayağını gömsen çimlenir derler. Yeter ki biraz su ver. İklimi de uygundur, toprağı da, güneşi de. Öyleyse nedendir bu naylon aşkı? Konyaaltı plajları boyunca kahveler sıralı. Ayaküstü yenen yiyecekler, içecekler sunarlar. Önlerinde beton, kıyılarında naylon çiçekler ve kısa boylu plastik ağaçlar parlar. Yaklaşırken onları bitki sanırsınız, yanına gelince sıcakta burnunuza ulaşan yanık naylon kokusunu duyarsınız.

Benim gibi çok kişi bu durumdan rahatsız ama çözümü zor. Bizlerin söylemesiyle çözülmüyor. Estetik duygular da bilinç işi. Hedef o iş yerlerinden sadece para kazanmak olunca, görünüşün güzelliği kimin aklına gelir ki? Kaldı ki naylon olan sadece çiçekler mi? Dostluklar da naylon kokmuyor mu? İlişkiler de naylonlaşmadı mı? Aşklara ne dersiniz? Neyse ki gösteriş için bile olsa sevgiliye hâlâ gerçek çiçek alınıyor. Unutulmasın ki naylon kırılmaz ama eğilir, hem de istediğin yöne, istediğin kadar eğilir. Aman haa bizi kırsalar da eğilmeyelim.