“……Dünyayı çocuklara verelim / Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı / Çocuklar dünyayı alacak elimizden / Ölümsüz ağaçlar dikecekler.” Nazım Hikmet
Bertolt Brecht “Yoksulluk ahlakı yer,” diyor. Şimdi olsaydı, “Paranın fazlası da ahlakı yer, fazla para ve varsıllık, insanlıktan uzaklaştırır, çevresine mutsuzluğu ve güvensizliği getirir,” de derdi. Elbette burada anlatmak istediğim; alın teriyle kazanılan para değil.

Tavşan Tepe Köyü’nü bütün toplum gördü. Bunun üstüne söz söylemeye bile gerek yok. O köyde insanlığın nasıl deforme olduğunu, paranın nasıl da efendi hale geldiğini, kadınların aslında yaşayamadığını, sadece görüntü olarak var olduklarını, erkeklere biat etmek koşuluyla nefes almalarına izin verildiğini gördük. Sadece o köyde bunlar yaşansaydı, kolaydı ama maalesef öyle değil. Uzmanların söylediğine göre günde 32 kız çocuğu kayboluyormuş. Özellikle kız çocuklarına hücum nedendir diye bütün kadınlar düşünmeli. “Benim çocuğuma olmaz, ben çocuğumu korurum,” diyerek kuytuya saklanamayız. Herkesin çocuğunun başına gelebilir. Zorbalığın açamayacağı kapı var mı?

19 gün toplum Narin’i konuştu, hâlâ konuşuyor. Bu ülkedeki diğer Narinlerden haberimiz olamıyor. Yüz binlerle anılıyor kaybolan çocuk sayısı. Elbette hiç birimizin elinde belge yok. Belge yok diye bu hassas konuya ilgisiz ve sessiz kalamayız. Bu çocuklara neler oluyor? Çocuklarımızdan vazgeçmeye mi başladık? Durum böyleyse geriye neyimiz kalır ki? Çocuklarımızdan daha değerli neyimiz var? Onları koruyamıyorsak neyi ya da kimi koruyalım?

Yaşamın en mutlu zaman dilimi olan çocukluk, özgürce yaşanamıyorsa, sokakta rüzgârla yarışırcasına koşamıyorsa bir çocuk, arkadaşının evine korkusuzca gidemiyorsa, okula atlaya hoplaya yürüyerek varamıyorsa, okul çıkışı velisi onu beklemek zorunda kalıyorsa, bu yaşamın en mutlu zaman dilimi olabilir mi? Böylesi bir yaşamı, çocuk büyüdüğünde anımsamak ister mi? Yetişkinlere güvenemeyen çocuklar, yaşamdan nasıl keyif alır? En yakınlarından gelecek kötülükleri beklerken nasıl yaşar? Ya da ailesinden yeterince sevgi alsa bile, çevresinde olan bitenlere tanık olarak, yüreğinde korkuyu taşıyarak nasıl yaşar? Güvensiz yaşam, sevgisiz yaşam kadar kötü değil midir?

Biz insanlar, bu ülkenin yetişkinleri olarak, kaybolan her çocuktan sorumlu değil miyiz? Kaybolmasa bile her mutsuz çocuktan da sorumlu değil miyiz? Çocuklar güvende değilse, biz suçlu değil miyiz? Hepimizin bütün bu kötülüklerden kendine çıkaracağı bir sorumluluk olmalı. Ya evlerden aynaları kaldıralım, ya da aynalardan utanalım. Ben kendi adıma çocuklara, kadınlara, hayvanlara, ağaçlara, suya, toprağa yapılan kötülüklerden, insan olarak utanıyorum. Bunu yapanlarla aynı havayı solumaktan, aynı gezegende yaşamaktan utanıyorum. Utanmadan, korkmadan, ağlamadan yaşayabileceğimiz bir dünya hepimizin umudu olsun. Ama yine de bişey yapmalı. Tarih kendi kendine değişmez. Tarihe güzellik adına müdahale etmeli. Bunun için de çözümü çocuklara sormalı.