Yaşlı bir köylü “Dilberim gülmeleri sırıtmayla geçirdik,” demişti. Bu cümle bizim durumumuzu ne güzel anlatıyor. Bir kitap dolusu laf içeriyor. Bilge köylüler böyledir. Uzun uzun anlatmaktansa bir cümle kurup düşündürürler. “Uzun laf aptala gerek” de demezler mi?
Birkaç gündür Ali Nesin, facebbok’ta annesiyle ilgili anılarını yazıyor. Bir bilim insanı olarak, olaylara ve annesine objektif bakarak yazıyor. Altına yazıp sözde eleştirenleri hiç sormayın, tam toplumun küçük bir kesiti. “Anneler kutsaldır” diyeni mi ararsın, “Ölünün arkasından konuşulmaz” diyeni mi? Bunları okuyunca bazen gülüp bazen öfkeleniyorum. Oysa toplumun ne kadar da sorgulamaktan, düşünmekten uzaklaştığının göstergesi değil mi? Sorunlu bir birey ölünce kusursuz mu oluyor? Artık onun hataları siliniyor mu? Ya da anneler neden kutsal oluyor? Masum bir bebeğin hayatını yanlışlarla dolduran, bazen de onu mahveden bir anne sorgulanmasın mı? Kötü biri, anne olunca her yanlışı yapma hakkı mı doğuyor? Biat kültürü ne hızla yerleşti kafalara? Oysa iyiliği, güzelliği yerleştirmek yüz yıllar alırken…
Konuşulacak o kadar çok sorun var ki hangisini yazmayı düşünsem, omzumdaki görevli gözlerini belertiyor. Ben de en masum konuları arıyorum belki bulurum diye. Onda bile dökülüveriyor sözcükler, söz dinlemiyor. Ne güzel olurdu özgürce yazmak, okumak. Oysa hiçbir kalem yeterince özgür değil maalesef.
Yeni yıl coşkusunu bu kez içimde duyamadım. Kendimi sorguladım ne oluyor diye. Öyle ya insan yaşama sevincini kaybederse bir daha kazanamazmış, uzmanlar öyle diyor. Ben de ondan korktum. Kendimce deney yaptım. Evet çiçekleri, böcekleri, hayvanları yani doğayı seviyorum. İnsanları anlıyorum, hak edeni seviyorum. Öyleyse yaşama sevincim hâlâ hayatta diyerek, kendi kendi kendime gülümsüyorum. Sonra çevreme bakıyorum, kendi kendime güldüğümü gören oldu mu diye. Bir de fark ediyorum ki herkes kendi kendine konuşuyor, gülüyor, kızıyor. Kulaklarda telefonun ucu, küpeye benzeyen, durmadan konuşuyorlar, yolda yolakta, otobüste, durakta. İnsan sıcaklığını unutmuşlar mı diye düşünüyorum. “İnsan dostuyla göz göze konuşmayınca olur mu hiç?” diyorum ama o haldeyiz. Yüz yüze birbirimize tahammülümüz yok ama makineyle istediğimiz kadar konuşabiliyoruz. Mesaj yazıyoruz.
Bütün bunları yapalım ama yine de insan sıcaklığının yaptığı işi makineden beklemeyelim derim. Soğuk demir ne bilir dostluğu? Nerde bizim dost dost diyen türkülerimiz? Biz “Dost” deyince ötesini aramayız. Alman bir kadın “Sizin türkülerinizi çok seviyorum, dinliyorum, hepsi dost dost diyor. Ne demek dost?” dedi. Dilimin döndüğünce dostun anlamını anlattım, arkadaşlığı da. Elbette arkadaşımız çok olabilir ama ya dost? Şansımız varsa bir ya da iki dostumuz olabilir. Ne mutlu dostu ve arkadaşı olana. Birlikte gülüşüp birlikte bölüşene…