Peki hikayeler nasıl değişir sizce? Yaşadıklarımıza bakış açımızla, anlatımımızla ya da dinlememizle olabilir. Çoğu zaman yaşadığımız şeyleri kendimizle ve iletişim içinde olduğumuz kişiyle kalpten bağlantı kurmadan anlamlandırmaya çalışıp, zihinsel süreçlerin içinde fazlaca kaldığımız içinhikayelerin olumsuz dallanıp budaklanmasına sebep oluyoruz. Kimse kimseyi susup öylece dinleyemiyor, sürekli yorum ve “anlıyorum” onayıyla biz bile hikayemizi anlatırken içinde kayboluyoruz.Günlükhayatta zatenyargılar dünyasının içindeyiz ve durup bana ne oluyor/sana ne oluyor diye bakmaya ne niyetimiz var ne zamanımız. Sonrada başlıyoruz hayıflanmaya, kimse beni anlamıyor, empati kurmuyorlar, daha da acısı kendimizle bile bağlantı kurmuyoruz aslında. Hangi duyguyu yaşıyorum, neye ihtiyacım var diye dönüp kendi halimize bakmadan koşarak yaşıyoruz yargılar dünyasında oradan oraya savrularak. Belki de bu haller kendi ihtiyaçlarımızı keşfetmekten daha kolay geliyordur kim bilir.
Bugün biraz empatiye değinmek istiyorum, geçenlerde şiddetsiz iletişimden ilhamla yaptığımız bir atölye çalışmasının konusuydu. Öncelikle empatinin ne olmadığını konuştuk, aslında bilinen tanımlardan ziyade ve “Şİ” içerisinde empatinin nasıl yer aldığını merkeze alarak.Kendini karşıdakinin yerine koyarak SEMPATİK olmak yerine karşındaki kişiyle bağlantı kurmaya empati deniyor. Örnek verecek olursam sempati suda boğulmakta olan birinin yanına atlayıp onunla boğulmak. Aynı acıda kavrulmak gibi, anlamayı aynı duyguda olmak zannettiğimiz bir nokta oysa empati;
Boş bir kap gibi düşüncelerden, yargılardan arınmış bir şekilde can kulağı ile kalpten dinleyebildiğinde, ah canım aynısı bana da oldu, bu da gelir geçer söylemleriyle ya da çözüm bulma enerjisi ile dinlemediğinde, kişinin duygu ve ihtiyaçlarını keşfetmesine vesile olduğunda gerçekleşiyor.
Amaç diğer kişiyle aynı şeyleri hissetmemiz gerekmeden onun hislerine saygı duyarak, tüm mevcudiyetini vererek onu dinleyebilmektir.
Rosenberg’e göre, zihinsel anlama çabasına girmek empatiyi engellemektedir. Şiddetsiz iletişimin amacı, insanların ne düşündüklerine değil neye ihtiyaç duyduklarına kulak vermektir. Karşıdaki kişinin söyledikleri, gözlemlerine, hissettiklerine, ihtiyaçlarına ve ne rica ettiğine dikkat ederek dinlenmelidir. Empatik iletişim sürecinde, konuşan kişi kendi özünün derinlerine inme olanağı bulmakta ve karşıdaki kişi tarafından anlaşıldığını hissetmektedir. İnsanın, karşısındaki kişiler tarafından peşin hüküm verilmeden ve belli bir kalıba girmeye zorlamadan dinlenmesi, kendisini çok iyi hissetmesini sağlıyor. Ne yazık ki bizim dinleme yöntemlerimiz bu bakış açısından oldukça uzak. Hatta tam tersi ne kadar yorum yaparsak o kadar iyi dinlemiş olacağımızı varsayıyoruz. Neyse ki şiddetsiz iletişim ya da birçok farklı strateji gibi gerçek dinlemenin ve empatinin anlamını tekrar konuşabildiğimiz ve anlamlandırabildiğimiz yöntemler var.
Öz-empati ise, içimizde olup bitenlerle şefkatle bağlantı kurmayı içeriyor. Bu, suçlama olmaksızın, sahip olduğumuz düşünce ve yargıları fark etmeyi, duygularımızı fark etmeyi ve en önemlisi bizi etkileyen ihtiyaçlarla bağlantı kurmayı içerir.
Mevzu çok derin ama konunun öz’üempati her birimiz için en kıymetli ihtiyaçlardan biri, fakat bilinenin aksine kimsenin -biz hikayemizi anlatırken aynı acıyla yanarak ya da aynı coşkuyu hissederek bizi dinlemesine ihtiyacımız yok. Halimizi gerçekten kalpten duyma niyetiyle, yaşadığımıza saygı duyarak, tüm mevcudiyetini bize vererek, cevap verme- katkı sunma enerjisi olmadan bizi dinlediğinde tam olarak empatik dinlenme ihtiyacımız karşılanmış oluyor. Bunu keşfettiğimden beri gerçek bir empatik dinlenmenin benim için tadı başka. Umarım hepimiz böyle keyifle dinlendiğimiz, anlaşıldığımız sohbetler içinde yer alırız sevgiler…