Planlarımız farklıydı bir Pazar akşamı sakince uyuduk ve Pazartesi cehennem gibi bir sabaha uyandık. Yerle bir olmuş şehirler, göçük altında binlerce insan görmeye başladık, üstelik daha da acısı o insanlara zamanında ulaşılamıyor oluşunun verdiği gerilim ve acıyla yaşananları seyrettik bunca zamandır. Tam 20 gün oldu bugün, Antalya’da olayların en batısında bana, bize neler oldu peki bu süreçte?Yakınlarını kaybedenlerimiz oldu, onca arkadaşımız acı içerisinde paylaşımlar yaptı, bizler öyle çaresiz hissettik ki, ne yapacağımızı bilemedik. Zaman zaman sahada yardım toplamayakoştuk, nerede ihtiyaç varsa gönüllü olduk, birçokinsan genç yaşlı fark etmeksizinherkes seferber oldu, bağışlar yapıldı, gönüllüler ya bölgeye gittiler ya da kendi bölgelerine gelen çocuklarla ilgilendiler. Sosyal medyadan hem gerçek haberlere ulaşmaya çalıştık hem de kalbimiz sıkıştı yaşananlar karşısında. Hayatımıza devam etmeye çalışırken o insanları düşünüp suçluluk hissettik çokça sıcak yatağımızda yatarken, yemek yerken. Bazen aniden gelen ölüm hisleriyle yüzleştik, bazen gece en ufak bir sese deprem mi oluyor acaba diyerek irkildik, sonra depremzedeleri düşündük ağladık, yakınlarını düşündük yine ağladık.

Evet iyi değiliz bir süre de iyi olmayacağız. Çok kayıp verdik, bölgedeki birçok insan yasını bile tutamadı henüz, sadece birincil ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor hala. Geçici çözümler bulunmaya çalışılıyor, çalışılacakta zaman alacak yaraları sarmak. Oradaki çoğu kişi ait hissettiği yeri terk etmek istemiyor, kimi henüz göçük atından çıkmayanların en azından cenazesine ulaşmak istiyor. Bu felaketin uğramadığı şehirler ise 20 gündürhem yardım etme telaşında hem de ya aynısı bizim başımıza gelseydi düşüncesiyle oluşan kaygı, yetersizlik hissi, suçluluk, öfke gibi duygularlayüzleşiyorlar. Bu büyük felaketle birlikte başımıza bir şey gelse hemen kurtarılamayacağımızı öğrendik, yardım ekipleri gelene kadar malzemelerin gelemediğini, seferberlik halinin bile hemen karar almaya harekete geçmeye yetmediğini ve bir takım aksaklıkların böylesi zamanlarda nelere yol açtığını gördük. Yıllarca yapılan tatbikatların çok da işe yaramadığını, aslında olası bir felakete hiçte hazır olmadığımızı, sistemsiz ve koordine olmadan ilerlemenin bize kaybettirdiklerinigördük şu süreç içerisinde. Oysa düşünsenize vatandaş olarak hiçbiri bizim suçumuz değil, vergisini düzenli ödeyen sıradan hayatlarında standart yaşayan bir avuç insanız. Bu felaket bizlere hakkımızı aramayı, güven içinde yaşamak için doğru yönetilmemiz gerektiğini, birtakım zafiyetlerin nelere mal olduğunu da gösterdi aslına bakarsanız. Yaşam koşullarımızı, oturduğumuz evi, ödediğimiz sigorta ve vergileri, hızlı ulaşmayan hizmetlerin tümünü sorgulamalıyız bence artık.

Ölümün gerçekliği ile yüzleştik çokça...

Felaketlere engel olamayız fakat önlem alabiliriz. Önlemlerin zamanında alınmamış olmasıyla ve bilime gereken önemi göstermediğimiz için büyük kayıplarla ve acılarla yüzleştik, şimdi dayanışmayla hep birlikte ayağa kalkacağız. Yaralarımızı hep birlikte saracağız hayıflanmadan, birbirimizin elini sıkıca tutarak, yardım ediyormuş gibi üstten bakan bir tavırla değil, benim de başıma bu gelebilirdi ve sen de bana el uzatırdın düşüncesiyle dayanışma içerisinde. Olanların kabulüyle ve ara ara bizi yoklayan duygulara da izin vererek toparlanmaya çalışılmalı artık. Normalleşme dediğimiz şey elbette hemen olmayacak fakat süreç uzadıkça yaralar derinleşecek travmalar artacak.

Birlikte olma halinin verdiği güçle toparlanacağız, kendimize de özen göstererek, acının içinde kaybolmadan, elimizden gelen desteği verip, kendi dinlenmemize ve bakımımıza özen göstererek. Bu ülke neler atlattı bunu da atlatacak belki yaralı bereli olacağız ama birlikte yürüyeceğiz bu yolda fakat aldığımız dersleri unutmadan, bu kez sorgulayarak, temkinli ve güvenli adımlarla yürüyeceğiz. Dünyadaki kalış süremizin bir an’da bitebilir olduğunu fark ederek severek, sevilerek, işlerimizi özenle, dürüstlükle yaparak, hayatı ertelemeden, kendimiz ve sevdiklerimizle hayatı güzelleştirerek. Ah Muhsin Ünlü’nün de dediği gibi “Burası dünya ya hu, burası bu kadar işte.”