Bilir de, anlaması, sindirmesi zaman alır hele kabul etmesi epeyce zaman…

Kalbimden geçenleri kalemime dökmezsem uyuyamayanlardanım ben.

Ne yaş ve ne yıllardı ama!

Bu yaşımı “kabul”e adıyorum olanı olmayanı, olmadığının da, “olduğu kadara” dahil olduğunu anladığım, akış içerisinde bazen savrulduğum, bazen eğlendiğim, çokça öğrendiğim, uyumlandığım, yüzleştiğim ama kendimden asla vazgeçmediğim canım yaş.

 

Başkalarının gönlünü eğlemek yerine kendiliğimi korumaya çalıştığım, hayırlarımla, evetlerimle, el alem ne der algısına karşı bazen en güçlü halimle bazen en kırılgan halimle halka açık bir alanda sadece göründüğünden ibaret olmayan bir Esra olarak çok şey öğrendim bu yaşımdan.

Yeni yaşıma kucak açarken biliyorum ki daha keyifle sarılacağım hayata, insanları daha az umursayacağım, gönlümce ve keyfimce yaşayacağım hayatı, bedenimi ve ruhumu dinleyeceğim.

Sorulan sorulara, yaşayış şeklime bakıp kime göre neye göre sorusunu seçip hep kendime göreyi seçeceğim

 

Sevdiğim, sevildiğim, kabul gördüğüm, değer verdiğim ve verildiğim her alanda çiçekler açacağım.

Yeni yerler keşfedeceğim, gezdiğim yerleri tekrar ama farklı gözle gezeceğim. Yeni insanlar tanıyıp içinde rahat ettiğim sohbetlerin tadını almaya bakacağım, içinde ruhumun sıkıldığı ortamlarda kalmayacağım. Kendimi koruduğum, gözettiğim en çokta önemsediğim yerden kendime sarılacağım yalnızlığı iliklerime kadar hissettiğim bu yaşımda dramatize etmediğim bir yerden söylüyorum.

En yakınlarımızın bile her an yok olabilir, herkesin gidebilir, her şeyin değişebilir olduğunu öğrendiğim bu yer beni rahatsız etmiyor.

Bilakis kimi zaman kalabalık, kimi zaman yalnız olmanın iyi gelmesinin yanı sıra çıplak gelip çıplak gideceğimizi hatırlatıyor bana artık.

 

Ah Muhsin Ünlü’nün de dediği gibi “burası dünya yahu burası bu kadar işte.”

İnsanlık hallerimizle, hatalarımızla, heveslerimizle, varoluş sancılarımızla, aşklarımızla, mizahımızla, hayırlarımızla ve bir içten kalbe kucak açışlarımızla yolumuza devam etmeliyiz hayata, kaç yaşımızda olursak olalım. Ne kadar kaldığını bilmiyorum hayat sahnesindeki rolümün, sadece hakkını vermek istiyorum başrolün. Unutmayın senaryolar farklı ama hepimiz kendi hayatımızın başrolüyüz ve kendimize nasıl bir oyunculuk çizeceğiz bu bizim elimizde, seti ve koşulları değiştiremesekte senaryo biraz da bizim elimizde.

Kendi yaşadığım senaryoda ya da çağda yüzeysellikte boğulmadan ama o yüzeysellikte yüzmeyi öğrendim bu yıl, suyun üzerinde çırpınmadan da kalabileceğim artık. Kiminle hangi derinlikte bağ kurabileceğimi ve herkesle aynı frekansta buluşamayacağımı herkesin ihtiyaçlarının farklı olduğunu anlayıp kendi ihtiyacımı söyleyip usulca yol almayı ve hiç kimseyi suçlamamayı öğrendim bana zarar vermiyorsa elbette.

Bırakmayı öğrendim bir de, tutunmamayı, özgürlüğün aslında vazgeçebilmek olduğunu ve tutunduğum şeylerinde kendi yarattığım şeyler olduğunu öğrendim.

 

 Kırışıklıklarım arttı, bazen göbeğim çıktı, her ne kadar söylensem de kendimden olduğum halimle razı olmayı öğrendim. Kendimi daha çok sevmeyi, insanlara daha az anlam yüklemeyi ve yaptıkları şeylerin benimle ilgili olmadığını öğrendim. Dünyayı ve insanları düzeltemeyeceğimi tekrar tekrar görüp sadece kendi evimin önünü süpürmenin yeterli olduğunu öğrendim. Kapılarımı herkese açmamayı ve içerden açılmayan kapıları çalmamayı öğrendim.

Neyi umursayacağımızı bizim seçtiğimizi öğrendim.

Çabasızlığın getirdiği hakikilikle var olmayı, yaşamın zaten bize seçimlerimizle birlikte de olsa kontrolümüz dışında gerçekleşen mucizevi ya da sıradan bir sistematiği olduğunu öğrendim. Yol hep devam eder ve bizler bu yolculukta en iyi öğrenenleriz, ders almayı biliyorsak elbette, sevgiler…