Kimi kitaplar ya da filmler, nedenini ilk anda kavrayamayacağınız biçimde sizi avuçları içine alır, binlerce örneğin arasında öne çıkarak yaşamlarınıza tesir eder. Bunu örneklemem istense, daha önce çeşitli yazılarımda da yer verdiğim, günümüzdeki kimi olguları kavramak adına referans gösterdiğim Mephisto filmini ilk sırada sayabilirim.
Bu filmi ilk olarak nerede izlediğimi hatırlayamıyorum; ancak politik bir tartışmanın ortasında olduğumu tahmin ediyorum. “Ruhunu şeytana satanlar”, “dönekler”, “inkârcılığın teorisini üretenler” vs. o dönemin kişisel ve toplumsal gündeminin içindeydi yine belli ki.
Hiçliğin Kahramanı
Mephisto demişken; ne zaman dün kara dediğini bugün ak ilan eden “sanatçı” portreleriyle karşılaşsam ve onların ucuz olduğu kadar trajik de olan "küçük" çabalarına tanık olsam, aklıma o afiş takılır: Perdenin hemen önünde, ruhsuz bakışları ve ifadesiz suratıyla boşluğa bakan Klaus Maria Brandauer'in portresi. Bu muhteşem görselin sol tarafından süzülen ve taşlaşmış suratı / maskeyi ikiye bölen kızıl ışık, "hiçlik" etkisini arttırır ve belleğimize temel duygulardan hiç birini armağan etmeden boşlukta anlamsızca salınır durur. Duruma uygun ve her şeyi açığa çıkaran bir afiştir bu, tıpkı Hendrik Höfgen'in öyküsü gibi.
1981 yılında gösterime giren Istvan Szabo’nun ünlü filmi, yönetmenin sonraki dönemde de takibini sürdüreceği temel bir meseleyi açığa çıkarır: Taraf olmak! “Colonel Redl”, “Hanussen”, “Taking Sides” gibi filmler, değişen koşulları bahane ederek kişisel ihtiraslarının peşine takılan ve karanlık tarafa geçen insancıklarıyla hatırlanır. Bu “her devrin adamı” öyküsü, özellikle akıldan kolaylıkla çıkmayacak finaliyle, Bertolucci’nin “Konformist” ve Joseph Losey’nin “M. Klein”ına selam yollar gibidir.
Mephisto Nihayet Türkçe’de!
“Mephisto”nun kahramanı Hendrik Höfgen yeteneği tartışmalı bir oyuncudur. Nazilerin iktidarla tanışmaya hazırlandığı bir dönemde kariyerinde tırmanışa geçmek için her şeyi göze alabilecek olan Höfgen, işe varlıklı bir adamın kızıyla evlenerek başlar. Berlin’deki Devlet Tiyatrosu’na kapağı atmasının ardından görev aldığı ‘Faust’taki ‘Mephisto’ performansıyla bir Nazi generalinin beğenisini kazanan aktörün başarısını sürdürmesinin tek yolu, etrafında olan bitenlere sesini çıkarmamasından geçmektedir.
Bir uyarlama klasiği olarak da nitelendirilebilecek filme kaynaklık eden Klaus Mann romanı, bu yazıyı kaleme almamızın da nedeni anlamına gelmekte; çünkü Everest Yayınları, M. Sami Türk çevirisiyle “Mephisto”yu yayınlayarak -bir anlamda- yeniden günışığına çıkardı.
Klaus Mann’ın Evrensel Kahramanı
Romanın yazarı Klaus Mann, edebiyat dünyasında daha çok Thomas Mann’ın oğlu olarak tanınıyor. 1906 yılında Münih’te doğan yazarın, Mephisto ve benzerlerini hedef tahtasına oturtmak için soylu bir nedeni var: Mann, Nazilerin iktidarıyla birlikte isyan bayrağını ilk dalgalandıran aydınlardan olmuş. Hayatı sürgünlerle geçen ve 1949 yılında Cannes’da intiharla noktalanan yazarın, en çok da bu romanla evrensel bir karaktere, Högfen’e hayat verdiğini söylemek mümkün.
Mephisto’yu anıp da -rivayet de olsa- esere ilham kaynağı olan isimden bahsetmemek olmaz. Geçen yüzyılın Alman tiyatrosu içinde önemli bir isim olarak nitelendirilen Gustaf Gründgens’in, romanın ana karakteriyle benzerlikler taşıdığını söyleyebiliriz. Gründgens de Höfgen gibi şöhretini Faust’taki Mephisto rolüne borçlu. Nazi Dönemi’nde hızla yükselip Berlin Devlet Tiyatrosu Genel Yönetmenliği’ne kavuşuyor.
Dedik ya, Mephisto evrensel bir roman. Çünkü “kahraman”, her dönemin kendisine özgü koşulları olduğunun bilincine varıp yeni ortama hızla ayak uyduranların yüreğinde yaşamayı sürdürüyor. Bu ölümsüz eseri tavsiye ederken, ülkede -ve kentimizde- yaşanan “sanatsal” gelişmelerin bize Mephisto’yu hatırlatmakta olduğunun altını çizelim.