Bedenimizi hasta eden ruhumuzun baskısıdır” diyor Freud.
Sadece ruhumuzun baskısı değil elbette, sağlıksız besinler, metropol yaşantımız, doğadan kopmamız, stres vb. olarak sayılabilecek bir sürü şey. Bunlarla beraber hayatın koşuşturmacası içinde asla dinlemediğimiz bedenimiz bize sinyaller göndermesine rağmen, bu sinyalleri önemsememek hastalanmamıza neden oluyor. Hele bir de düzensiz ve dengesiz besleniyor ruhsal açlığımızı yiyerek kapatmaya çalışıyorsak.
Sağlıksız beslendiğimiz hayatımıza bir de düzenli dertlenme programıyla tuz biber ekiyorsak o koca koca hastalıklar bizi buluyor diyebilir miyiz?
Hayata bakış açım, olumlu ve olumsuz sürprizlerin hepsinin bir keşif olduğu yönünde. Hayatı bu sürprizlerle hızla yaşarken bedenimizi ve ruhumuzu dinlemeyi ihmal ediyoruz. Yıllarca ruhumuzun neye ihtiyacı olduğunu çok önemsedik, bedenimizi de estetik kaygılar dışında dinlediğimizi düşünmüyorum. Yeme alışkanlığımızın çocuklukta oluştuğunu ve aile yaşantımızdaki modellemelerle edindiğimizi düşünecek olursak yetişkinlikte de bu doğrultuda devam ediyoruz. Bazılarımız çok sağlıklı besinlerle ve düzenli beslenen bir aile yaşantısındayken bazılarımız da ne bulduysa onu yiyerek herhangi bir yemek düzeni olmadan büyüdü, bazıları azla yetindi, bazıları şişman olmayı zenginlik sandı.
Geçenlerde katıldığım bir çalışmadan edindiğim çıkarımları sizlerle paylaşmak isterim. Yeme biçimimiz hayatı yaşama biçimimiz de aynı zamanda. Mesela ben hızlı ve koştur koştur yemek yiyen bir tipim, sevdiğim yiyecekleri heyecanla yerim, tatlıysa örneğin sofrada o an en sevdiğim,hemen yemekten önce atarım ağzıma, sabırsızım çünkü ya biterse kaygısı sanırım. En lezzetlilerin son lokmasını da yemeğin sonuna bırakmak isterim hep tadı damağımda kalsın diye. Hayatı da böyle yaşıyorum işte, hızlı hızlı koşturmacalı, sevdiğim şeyleri panikle ağzıma atar gibi yapıyorum heyecanlanıyorum görünce, bazılarınıysa bekletiyorum sona kalsın diye. Anda olmanın hazzını unutuyorum yemek yerken, bedenimi dinlemeyi unuttuğum gibi. Bazen gereğinden fazla yiyorum bazen az, bazen de zararlı şeylerle yoruyorum bedenimi. Üzerine bir de canım sıkkınsa ve üzgünsem hiç dinlemiyorum bedenimi de ruhumu da. Hep o zamanlarda hasta ediyorum kendimi.
Bir takım pişmanlıklarla geliyor bir takım şişmanlıklar.
Sadece şişmanlıklar olsa iyi, araştırmalar gösteriyor ki uzun süreli dertlenmeler, bedeni dinlemeyerek oluşan kilolar ve hareketsiz bir yaşam hastalıkları beraberinde getiriyor. İnanç bağlamında bakıp her şey Allahtan diyen iç sesimiz bir yanda, fakat neden bunca sene bedenine özen göstermedin diyen iç sesimiz bir yanda. Bir de etrafımızda sürekli fikir veren ya da yorum yapan çevremiz var tabi unutulmaması gereken. Biz hastalanır hastalanmaz herkes birden şifacı kesiliveriyor başımıza. Adeta Lokman Hekim kıvamında yanı başımızda yer alan yakınlarımız, içinde bulunduğumuz durumu bazen daha da zorlaştırıyor.Hayat olanı olduğu gibi kabul ettiğimiz bir sahne fakat bu sahnede roller belli olmasına rağmen doğaçlama sergiliyoruz yaşamımızı. Oynadığımız role, mutlu sonları ya da güzel yaşantıları tercihlerimizle dahil edebiliriz. Bizi hasta eden şeylerden arınmak için aldığımız dış destekle birlikte içsel olarak değiştirdiğimiz kararlarla oyunu yeniden düzenleyebiliriz.
Bir sürü rolümüz var bu hayatta, mesleklerimiz, ablalık, evlatlık, annelik, babalık her rolümüz için ruhumuza ve bedenimize bakmalıyız neye ihtiyacım var diye.Ne iyi geliyor, ne fazla, ne yoruyor? Sağlıklı olanlar ve size iyi gelenler kalsın hayatınızda. Hayattaki bütün rollerimiz ve sevdiklerimiz için sağlıklı bir bedene ve ruha sahip olmalıyız. Bu yüzden uçağınız düşmeden, oksijen maskesini önce kendinize takın ve bedeninizi dinleyin.
Sağlıklı günler dilerim…