Sanat bir toplumun aynası ise eğer; dönemin üretimleri onun şekillenmesinde önemli bir yer tutuyorsa; bunun en güzel örneklerini verdiler. Bundandır hep bir yakınma içinde oluşumuz, sözlerimiz, içinden geçtiğimiz müzik ortamına bir burukluk içeriyorsa, geçmişe özlemle karışık bir hoşnutsuzluk ifade ediyorsa… Tam da bundandır.

Kökü İçeride!

Dylan, Marley, Baez, Simon & Garfunkel, Beatles yılları. Yeni ezgiler yalnızca değişen bir müzik algısı yaratmakla kalmıyor, geleceğe daha farklı bakan bir kuşağın ipuçlarını da veriyor. Soğuk Savaş artığı sisli ve puslu hava ucundan kıyısından dağılmaya başlıyor. Önce küçük kasabaları dolduran coşkulu bir azınlık, zaman içinde kent meydanlarına taşmanın provalarını yapıyor. İmkânsızı isteyenler, daha özgür ve yaşanılası bir dünyaya belki de ilk kez bu kadar yakın olmanın coşkusunu taşıyor.

Durum bizde de farklı değil. “Bir, iki, üç… Daha fazla Vietnam!” diyenlerin umut çığlığı buralara da taşınmış; hem de öykünme değil özgünlük yoluyla. Bir grup genç, Dylan’ın country coşkusunu Anadolu’yla buluşturuyor. Gitar sololar, Veysel ya da Mahsuni türkülerinin içine doğru akıyor. “Kökü dışarıda olmakla” suçlananlar öze / içeriye doğru anlamlı yolculuklara çıkıyor.

Yeni Bir Coşku

Lise çevresinden arkadaşlarıyla müzik yapan Fikret Kızılok, umudu büyütenlerden yalnızca biri. Benzer bir eğilimin peşine düşen Barış Manço, Fuat Güner, Moğollar ya da Cem Karaca gibi yeni arayışların sesi oluyor. “Yumma Gözün Göz Gibi”, Amerikan folkuyla harmanlanan türkü formuyla ilk döneminden süzülen en ilginç şarkılarından biri. Melodik yapıdaki bileşimin bizim için büyük yenilik taşıması bir yana, vokallerdeki çok sesli arayışlar, 60’ların ikinci yarısını sonraki on yıla bağlayacak müzikal deneyime girizgâh olarak nitelendirilebilir. Benzer şeyleri Manço’nun da başarıyla yorumladığı “Ay Osman” için de söyleyebiliriz.

Kızılok, Sivrialan’ın yolunu tutup, çok sevdiği Veysel’ine koşarken, iyi eğitim almış sevimli ve yeniliklere aç bir genç. Cahit Berkay Batı enstrümanlarını hatmederken bağlama ve curayı yeni yeni tanıyor. Cem’in bütün o yabancı pop birikiminin “bizden olanla” kaynaşmasına az bir zaman kalmış. Günümüze kadar uzanacak müzikal bir devrim kapıda bekliyor.

Bizlere Kalan

İlk naif denemelerin içerdiği safça duygular, gücünü Karacoağlan’dan bugünlere süzülüp gelen geniş bir halk repertuarından alıyor. “Uzun İnce Bir Yol”a çıkan çoğunluğu İstanbul menşeli bir grup genç, giyim tarzları ve upuzun saçlarıyla bozkırın ortasında bir tezat yaratıyor gibi görünseler de mesele biçimle adlandırılmaktan çok ötede.

Dönemin son çeyreğine folk ezgiler, kaçınılmaz biçimde sokak muhalefetiyle birleşince ortaya çok daha renkli bir yapı çıkıyor: Bir gökkuşağı! Mahsuni ve İhsani’nin sesine kulak kabartılıyor, “talep etme” duygusu önceleniyor. Müziğe çok şey kaybettirmiyor yeni dönem; aksine yeni ufuklar kazandırdığı dahi söylenebilir. Ahmed Arif ve Nâzım’ın dizelerinin Cem Karaca ve Ünol Büyükgönenç’e uzandığı, “Arkadaş”ta hüzünle gülümseyen o kararlı adamın özleminin Şanar ve Melike’nin sesiyle buluşması, “Parka”nın, “İhtirname”nin coşkuyla karşılanması, “Haberin Var mı?”da Doğu ezgilerine de yelken açan yeni sentezin ülkenin politik / ekonomik serüveniyle koşut gitmesi… Bir topluma bundan daha büyük bir miras bırakılır mı?

İşte o umut ve coşku, hüzün ve mutluluk, düşler ve hayal kırıklıkları, olanca masumiyetiyle tozlu raflardan ve cızırtılı kayıtlardan selam yolluyor bizlere. Bizlerden de onlara selam olsun!