Konyaaltı Belediyesi Türk Sanat Müziği Korosu’nun yılsonu konseri Nazım Hikmet Kongre ve Fuar Merkezi’nde 01 Haziran 2022 Çarşamba akşamı saat 20.30 Şef Tayfun Yönlü yönetiminde gerçekleşti.
Konserin birinci bölümü Nihavent, ikinci bölümü ise Kürdili Hicazkâr makamında eserlerden oluşturulmuştu.
Konsere katılan saz sanatçıları: Ali Hordacı (kanun), Coşkun Yeşiltepeler (keman), Gamze Yönlü (klasik kemençe), Mevlut Mutlu (ut), Ömer Faruk Tartı (tanbur), Sonay Mutlu (ritim sazlar)
Koro: Abdullah Tipici, Ali Yağlıoğlu, Ayşegül Neşşar, Ayten Pektaş, Bahar Keçeli, Banu Akkuş, Deniz Semiha Akkuş, Dursun Ali Teber, Erdal Ezik, Fulya Gül, Güzin Asilkan, Habibe Tatar, Hakan Neşşar, Harun Çağın, Hatice Acay, İlhan Us, Mehmet Cem Türker, Mine Yeğen Muslu, Münevver Özyürek Yılmaz, Nihal Özsayın, Rıfkı Demirkol, Selçuk Nasuhoğlu, Şadiye Hordacı, Şebnem Savranlıoğlu, Tamer Sezgin Ağababa, Tülin Terzioğlu, Zera Varilci…
Birinci bölüm Tanburi Osman Bey’in Nihavent peşreviyle başladı. İlk şarkı Hacı Arif Bey’e aitti. “Ahteri düşkün garibim, âşık-ı avareyim.”
Besteci Hacı Arif Bey söz konusu olunca hemen her şarkısının bir hikâyesi vardır. İşte o hikâye.
Sultan Abdülaziz'in ölümünden sonra Mızıka-i Hümayun’da başlatılan tasfiye sonucu Hacı Arif Bey de açığa alınır. Bu dönemde V. Murat’ın üç aylık padişahlığından sonra II. Abdülhamit tahta çıkar. Besteci uzun bir süre işsiz kalır ve geçim derdine düşer. Zincirlikuyu'da bir çiftlik evine çekilip çevreden kopar.
Osmanlı Sarayı bestecinin yokluğunu yeniden hissetmeye başlamıştır. Arif Bey'in içinde bulunduğu durum II. Abdülhamit’e iletilir ve bunun üzerine besteci yeniden Saray'da görevlendirilir. Böylece sarayda dördüncü Arif Bey dönemi başlayacaktır.
Mızıka-i Hümayun'da dördüncü kez görevlendirilen Arif Bey'e Kolağası rütbesi verilir ancak bu ona göre küçük bir rütbedir. Arif Bey önceki padişahlardan gördüğü ilgiyi ve değeri II. Abdülhamit’ten göremediği için huzuru kaçmıştır. Sarayın da eski canlı havası kaybolmuştur; siyasi durum gittikçe gerginleşmektedir. Abdülhamit’ten umduğu yakınlığı göremeyen besteci, kimi zaman Zincirlikuyu’daki eve çekilerek sade bir yaşayışın verebileceği mutluluğu arar, kimi zaman da padişahla çatışmayı göze alan davranışlarda bulunur.
Abdülhamit’in "Şu şarkıyı oku", diye verdiği bir emre karşı mabeyinciye, “Ben onun babasından çok saygı gördüm. Bana, ‘Şu şarkıyı oku’ diye emir veremez. Sanatta padişah iradesi geçerli değildir” cevabını vermesi üzerine, Saray’ın zindanına hapsedilir.
Elli gün sonra, Nihavent makamında “Ahteri düşkün garibim, âşık-ı avareyim” zemin haneli şarkıyı besteler. Bu şarkının bir şekilde Padişaha ulaştırılmasıyla Hacı Arif Bey’in zindan çilesi biter.
“Ahteri düşkün garibim, âşık-ı avareyim / Gün gibi deryayı aşkında gezer biçareyim / Sana kul oldum kapında gayrı kime varayım / Padişahım sen dururken ben kime yalvarayım”
Şarkının dördüncü mısraındaki “padişahım” ifadesi daha sonra “şivekârım” olarak söylenmiş ve okunmuştur.
Ardından şu eserler seslendirildi.
“Ayrıldı gönül şimdi yine bir tek eşinden.” Güfte: Badi Nedim, beste: Zeki Duygulu.
“Çamlarda şafak rengi gibi gönlüme aktın.” Güfte: İhsan Bey, Beste: Yesari Asım Arsoy.
Şebnem Savranlıoğlu güftesi Ramazan Gökalp Arkın’a, bestesi Sadettin Kaynak’a ait bir eseri seslendirdi. “Bahar bitti güz bitti, artık bülbül ötmüyor.”
Koronun seslendirdiği bir eserle bölüm devam etti. “Bahar meltemidir başımda esen.” Güfte: Kamuran Özbir, beste: Emin Ongan.
Mehmet Cem Türker, güftesi Ülkü Aker’e, bestesi Avni Anıl’a ait bir şarkıyı seslendirdi. “Gözlerin bir aşk bilmecesi sorar gibi.”
Fulya Gül güftesi Ümit Yaşar Oğuzcan’a, bestesi Avni Anıl’a ait bir şarkıyı yorumladı. “Biraz kül biraz duman o benim işte.”
Şadiye Hordacı Mahmut Nedim Güntel’e, bestesi İsmail Baha Sürelsan’a ait şarkıyı seslendirdi. “Yaz günleri en tatlı hayaller gibi geçti.”
Bölümün son solo eserini Hakan Neşşar seslendirdi. Güfte ve beste Yesari Asım Arsoy. “Sahilde o hoş buseleri aldığım akşam”
Son şarkıyı ise koro seslendirdi. “Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi.” Güftesi ve bestesi Osman Nihat Akın’a ait bu şarkının da hikâyesini anlatmak isterim.
Ahmet Refik Altınay, Türkiye'de popüler tarihçiliğin kurucusu ve en başarılı kalemi sayılır. Yazdığı yüze yakın kitap ve bine yakın makalede, resmi belgeleri ve diğer tarihsel kaynakları titizlikle yorumlayarak kullanmış, gerektiğinde öyküleştirerek anlatmıştır. Ekim 1937 tarihinde İstanbul'da 56 yaşında iken zatürreeden vefat eder.
Osman Nihat ile Altınay iyi arkadaş olup beraber tavla oynar ve Büyükada Dil Burnu'nda beraber gezerlermiş.
Kader onları 1937 yılında Altınay'ın ölümü ile ayırır. Bu duruma çok üzülen Osman Nihat Akın, Altınay'ın birinci yıl dönümünde yine Dil Burnu’nda gezerken hislerini nağmelere dökerek dilimizden düşmeyen “Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi” isimli Nihavent şarkıyı arkadaşının anısına besteler.
İkinci bölüm Kemençeci Vasilaki’nin Kürdili Hicazkâr peşreviyle başladı ve koro Bimen Şen’in bestesi, fasılların neredeyse değişmez şarkısı ile Hafız Yusuf Efendi’nin “Kaldı yollarda bu şeb âşıkının dideleri” zemin haneli eserini seslendirdi.
Bu bölümün ilk solo şarkısının Abdullah Tipici seslendirdi. “Günaydınım narçiçeğim, sevdiğim.” Güfte: Feyzi Halıcı, beste: Çinuçen Tanrıkorur.
Bazı şarkılar vardır, dinlediğinizde içinizi aydınlatan, ezgisi dilinize takılan ama kimin, niçin yazdığını, kimin bestelediğini aklımıza bile getirmediğimiz şarkılar. İşte o şarkılardan biri de “Günaydınım, Nar Çiçeğim, Sevdiğim” diye başlayan şarkıdır. Sözlerini Feyzi Halıcı’nın (1924-2017) bir efsaneden esinlenerek yazdığı, Çinuçen Tanrıkorur (1938-2000) tarafından bestelenmiş bu şarkının öyküsü.
Önce şarkının güftesine ilham olmuş Hint efsanesini anlatalım: Efsaneye göre Cihangir Hanlığının genç Prensi Salim Şah, bir gün raksını görüp hayran kaldığı Anarkali isimli genç ve güzel rakkaseye âşık olur. Zaman geçer ve Prens Salim Şah gönlünü çelen bu güzel rakkase ile evlenmek ister ancak ülkesinin kuralları buna izin vermez. Bir prensin halktan bir kızla evlenmesi, hele ki bir rakkase ile evlenmesi olacak iş değildir.
Ama gönül ferman dinlemez, bütün kural ve yasaklara rağmen bu aşk büyür, iyice alevlenir. Anarkali ile Salim Şahın aşkı dillere destan olur, bütün hanlığı sarar, dilden dile anlatılıp durur. Bu durum prensin babası Han Akbar tarafından hiçbir zaman kabul görmez ve âşıkların birbirini görmesini yasaklar. Oysa tüm yasaklara rağmen Anarkali ile Salim Şahın aşkları günden güne büyür ve hükmünü sürdürür.
Çevre hanlıklara da yayılan bu aşk hikâyesiyle baş edemeyeceğini anlayan Akbar Han, çareyi sevdalıları ayırmakta bulur. Çözüm çok zalimcedir. Güzel Rakkase Anarkali, ibret için kentin ortasında inşa edilen, penceresi olmayan, dört duvardan ibaret dar bir odaya hapsedilir. Arkasından giriş kapısı da duvarla örülüp kapatılır. Yani bir anlamda ölüme terk edilir Anarkali. Salim Şah şaşkın ve çaresiz, bu aşkı efsaneleştiren şehir halkı ise ağlamaklı ve şaşkındır.
Her gün gelip bu hücrenin önünde, Han’ın insafa gelip güzel Anarkali’yi affetmesini bekler insanlar. Zaman geçtikçe umutlar kesilir, çaresizlik sarar dört bir yanı. Artık duvarlar yıkılsa da güzeller güzeli Anarkali’nin sağ çıkma ihtimali yoktur bu hücreden. Halk yavaş yavaş çekilir, bekleme duvarının önü boşalır, ama aşk mecnunu Prens, sevdiğini yalnız bırakmaz. Gözleri kapının örüldüğü duvarda sessiz bir tevekkül ile beklemeye devam eder.
Mevsimler geçer bahar olur, doğa yeniden canlanır ve günlerden bir gün o taş duvarda bir kıpırtı başlar. Prensin gözünü hiç ayırmadığı o duvarda, güzel Anarkali’nın girdiği kapının taş örgüleri arasından ince zarif bir dal filizlenmiştir. Bunu duyan halk tekrar hücrenin önünde toplanmaya ve her gün bu yaşam filizini izlemeye başlar. Günler geçtikçe yeni dallar, yeni filizler çıkar o taş duvarın bağrından ve tomurcuklarla yüklü dallar sarar etrafı. Belli ki çiçek açacaktır aşk…
Bir sabah duvarın önüne gelenler. Duvarın baştanbaşa kırmızı narçiçekleriyle kaplı olduğunu görürler. Hayranlık ve şaşkınlıkla izlerler bu mucizeyi. Sanki güzeller güzeli Anarkali’nin tüm güzelliği bu narçiçeklerindedir. Bir gecede bütün narçiçekleri açmış, mevsimler boyu orada aşkını umutla bekleyen Prens ise duvara yaslanmış, narçiçekleri arasında mutlu bir ifade ile ruhunu teslim etmiştir. Aşk çiçekleri açmıştır ama âşık prensin yüreği Anarkali’nin güzelliğinin aksettiği o çiçeklerin ihtişamına dayanamamıştır.
Rivayet şudur ki; o güzelim ateş rengi narçiçeklerinin çıkış yeri güzeller güzeli Anarkali’nin aşk dolu kalbidir. Taşları delip sevdiğine kendini göstermiştir…
Hangi şeylerin çağrışım kuşlarını havalandırarak neyi, nasıl söyleteceğini sanatçı da bilemez. Bu güzelim şarkı, aşkın ve sevginin evrensel sonsuzluğunu kâinat durdukça söylemeye devam edecektir.
Konser iki solo eserin icrasıyla devam etti.
Vera Varilci, bestesi Muzaffer İlkar’a ait Kürdili Hicazkâr eseri seslendirdi. “Gelsen bize akşam yine mehtap görünsün” ardından da Tülin Terzioğlu güftesi Erol Sayan’a, bestesi yine Muzaffer İlkar’a ait şarkıyı yorumladı. “Ne senin aşkına muhtaç ne esirin olacağım.”
Koro, bir Osman Nihat Akın bestesini seslendirdi. “Girdim yârin bahçesine gül dibinde gülizar.”
Bu bölümün ve konserin son solo eseri güftesi Yahya Kemal’e, bestesi Lavtacı Hristo’ta aitti. Tamer Ağbaba’nın yorumuyla dinledik. “Gidelim Göksu’ya bir âlemi ab eyleyelim.”
Güftesi Şerafettin Aydınlık’a bestesi Dr. Alaeddin Yavaşça’ya ait “Geçmesin günümüz sevgilim yasla” ve güftesi Mehmet Erbulan’a, bestesi Zekai Tunca’ya ait bir eserle konser sona erdi. “Bahar çiçek çiçek gelince güzel / Hayat sevilince sevince güzel.”
Her vesileyle söylüyorum; musiki cana şifa, ruha gıdadır.