Birbiri ardına karanlık günlere uyanmaktan harap düştüğümüz günlerden geçmek kadar yorucu bir yaşam olamaz sanırım. Gün geçmesin ki yeni bir operasyon haberi gelmesin.

‘Niyet hayır, akıbet hayır’ diye bir söz vardır. Kamu vicdanında karşılığı olmayan bu operasyonlar, bu söz ile sonucunu da işaret ediyor aslında. Operasyon yürütücülerinin niyetleri hayırlı olmadığı için, akıbetleri de hayırlı olmayacak sonunda.
Bakın Ahmet Arif, ‘Ay karanlık’ şiirinin bir bölümünde bu durumu nasıl tanımlıyor?

“…
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
…”

Dört yanımızın puşt zulası olduğu, en leylim gecelerde ölesimizin tuttuğu bu dönemleri yaşamak hiç de kolay değil. Bırakın ülkenin geleceğini, kendi geleceğimizi bile göremediğimiz günler, bu günler. Falcıların iş yapamadığı zamanları yaşıyoruz.

Marks, kapitalizmin bir ürünü olan işçi sınıfını ‘kapitalizmin mezar kazıcısı’ olarak tanımlar. İşçi sınıfının varlık nedeni kapitalizmdir. Ama aynı işçi sınıfı, kapitalizmi yıkacak olandır da.

Biz de bugün, Marksa nazire yaparcasına, bu karanlık günlerin müsebbiplerinin yarattığı toplumun, bu müsebbiplerin mezar kazıcısı olduğu zamanlara girdik. Liselisi, üniversitelisi, işçisi, köylüsü, beyaz yakalısı, mavi yakalısı. Bugün bu karanlığı yırtmaya çalışan kim varsa, aslında karanlığın var ettiği kesimler. Kılık kıyafetleri uğraşılan, öğretmenlerinden koparılan liseliler, yerleşkelerinden polisin eksik olmadığı üniversiteliler, iş garantisi olmadan kölelik koşullarında yaşama tutunmaya çalışan işçiler, ektiği tohumu biçemeyen çiftçiler.

Hepsine baktığımızda, başlangıçta bu karanlığa destek veren, sonrasında da karanlık sistemin kendisini devam ettirmek için yoksulluğa, cahilliğe terk ettiği toplumsal katmanlar olduğunu görüyoruz. Ama, ne çare ki, bu toplumsal katmanlar ile karanlık arasındaki simbiyotik ilişki artık bitiyor ve toplum bir çıkış arıyor.

Burada yine Ahmet Arif’in ‘İçeride’ geliyor aklımıza;

“Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin... “

Görüşmecinin gönderdiği yeşil soğan, karanfil kokan cıgara muştusu, taş duvara, demir kapıya, yastığa, ranzaya, zincire veriliyor. En önemlisi de, ‘zuladaki mahsun resim’. Çünkü ‘uğruna ölümlere gidilip gelinmiş’.

Yeşil soğan, karanfil kokan cıgara, baharı muştuluyor.

Nerede?

Mahpus damında!

En olmayacak yerde.

Biz de, bu bezginlik, bu yılgınlık içerisinde yaşadığımız kendi mahpus damımızda, dışarıdaki liselilerden, üniversitelilerden, çiftçilerden, işçilerden gelen seslerle anlıyoruz ki; memleketimizin dağlarına bahar geliyor.

Bu yolla, kendimizi hapsettiğimiz mahpus damımızdan ebediyen çıkışın anahtarını buluyoruz elimizde.

Dört yanımızı saran puşt zulasına, gelen baharla direnmek!