Zaman değişti, hem de çok değişti… 90’Lı yıllarda, “Devlet kumaş, ayakkabı üretmez, demir çelik üretmez. Her şeyi özelleştirmeli … Devlet düzenleyici olsun. Bu sayede ekonomi daha verimli hale gelecek, yeni yatırımlarla istihdam artacak ” denirdi. Neo-liberal düzenin (vahşi pazar ekonomisi) tüm dünyaya dayattığı temel ilke bu idi. Bu anlayışın giderek her alanı kaplayarak hakim görüş olması üzerine geçen sürede neler neler özelleştirilmedi ki… Devletin en kârlı işletmeleri Tüpraş, Petkim, Petrol Ofisi, Telekom, Tekel, teker teker satıldı. Sümerbank kapatıldı. Ülkenin elektrik dağıtım sistemi de elektrik üreten barajlarının önemli bir kısmı da özelleştirildi… Satılan bu şirketler, bırakın yeni istihdam yaratmayı önemli sayıda işçi çıkarttı. Rekabet çeşitlenmediği gibi özel sektör büyük sermaye ya da teknoloji gerektiren alanlara yatırım yapmadı. Telekom, aynı zamanda Türkiye’de vergi rekortmenlerinden biriyken, giderek düştü, içi boşaltıldı. Özelleştirme bedelleri bile tahsil edilemedi.

Geçen yıl elde kalan son şeker fabrikaları özelleştirildi. Bu yıl tarihte ilk defa Türkiye Rusya’dan kasım ayında 1400 ton şeker ithal etmiş.

Halk elektriği hiç de ucuza tüketmiyor. Dağıtımda rekabet oluşmadığı gibi, tüketici piyasada hakim olan şirketin insafına terk edilmiş durumda…

Aynı zamanda eğitim ve sağlık hizmetleri de özelleştirilmiş durumda… Devlet, özel okullara teşvik veriyor, parasız kendi okullarına ödenek ayırmıyor… Buna karşın, bir özel okul (Doğa koleji) iflas etmiş durumda, öğretmenler maaş alamadıkları için ders yapmıyor, öğrenciler eğitim göremiyor. Veliler okula paralarını önceden ödemiş durumda ve düzenleyici, gözetici olacak devlet bu konuya hiç müdahale etmemiş, etmiyor.

Buna karşın, çıkan haberlere göre borç içinde olan bir zincir simit işletmesinin hisselerini devletin en büyük bankası olan Ziraat Bankası 250 milyon dolara almak için devreye giriyor. Tarım ürünlerine ise teşvik yok. Oysa bankanın kuruluş amacı tam da bu idi…

Gelinen nokta, bir zamanlar konulan isimle “eş-dost kapitalizmi” bile değil. Eğer devletin elinde kârlı bir alan var ise, bunu kendi “yandaş sermayesine” satmakta sakınca görmüyor, eğer yandaş sermaye, simit üretip batıyorsa bile onu kurtarmakta da bir sakınca görmüyor. Yani ortada bir ilke, etik duruş, ekonomik anlayış filan yok. Eş dost kapitalizmi bile yok, bu çok daha ilkel bir anlayışın tezahürü…

Sonuç olarak önümüzdeki süreçte, bazıları saraylarında altın simitlerini dişlerken, halkın çoğunluğunu büyük bir yoksulluk bekliyor.