Geçen haftaki yazımızda çoklu Baro ve delege sistemini değiştiren avukatlık kanun değişiklikleriyle ilgili yasanın, Anayasa Mahkemesi’nde karara bağlanacağını yazmıştık. Temmuz ayında aceleyle çıkarılan yasanın iptal edilmemesi halinde, bunun anlamının Anayasa Mahkemesinin iktidara uzattığı bir barış çubuğu olacağı, bu durumda Mahkeme ile iktidar arasındaki gerilime Barolar ve avukatların kurban edileceğini belirtmiştik. Aynı gün yasanın iptali oyçokluğu ile reddedildi. Gerekçeli karar henüz açıklanmadı ama birkaç gün önce infaz yasasının genişletilmesi talebinin de AYM tarafından 9’a karşı 7 oyla rededildiğini öğrendik. Avukatlık Kanun değişikliklerinin de 9’a 7 veya 10’a karşı 6 oyla rededilmesi büyük ihtimaldir. Bu durumda birkaç üyeye iktidar tarafından çok büyük baskı yapıldığı açık bir gerçektir.
Ertesi gün, yani 2 Ekim’de, İçişleri Bakanlığı genelge yayınlayarak meslek örgütleri ve kooperatiflerin genel kurullarının covid nedeniyle ertelenmesi gerektiğini Valilere “tavsiye” etti. Aynı gün İl Hıfsısıhha Kurulları, Valiler Başkanlığında toplanarak, Baroların seçimli genel kurullarını 1 Aralık’a kadar yasakladı. Oysa ertesi gün ilk toplantılar yapılacaktı. Yani genel kurullardan 1 gün önce yasaklama kararları alındı. Yüksek Seçim Kurulu da aynı gün, siyasi partilerin kongrelerini yapabileceğini ancak Baroların Genel Kurullarını yapamayacağını duyurdu.
Böylece 2 günde Barolara 2 büyük darbe vurulmuş oldu.
Yine aynı gün, 2014 yılında olan Kobani olayları bahane edilerek 17 HDP’li siyasetçi tutuklandı. Tutuklananlar arasında çevre mücadelesinin simge isimlerinden Prof. Beyza Üstün ve Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen de vardı. Bu tutuklamalar da görünüşte bir yargı işlemiydi.
Böylece iktidara direnmeye çalışan bir meslek örgütü ve bir siyasi parti, yargı eliyle susturulmaya çalışıldı. Görünüşe bakılırsa şimdilik başarılı da olundu.
Son 1 yıldır, (daha öncesine gitmeyelim) Türkiye Barolar Birliği’nin aldığı Olağanüstü Genel Kurul yolunu tıkayan 8 Kasım 2019 tarihli kanunsuz karardan beri, İl Baroları tabanlarını örgütleyemedi. Etkin ve beraber hareket edip ortaya bir eylem takvimi koyamadı. Aynı dağınıklık, covid önlemleriyle ağırlaşan yoksullaşılan süreçte, Haziran/Temmuz ayında avukatlık kanun değişikliklerinde de yaşandı. İktidara, ve iktidarla beraber suç ortağı konumunda olan Metin Feyzioğlu’na karşı, muhalif barolar öngörüsüz, örgütsüz ve yaptırımsız bir mücadele içine girdiler.
Bu olayların hepsi, bize gösteriyor ki faşizmin bir hukuku yoktur ama yargısı vardır. Sizinle dalga geçer. Sendikalara, siyasi partilere seçimi yasaklamazken, size yasaklar. Bir gün önce serbest bıraktığını ertesi gün tutuklar. 3 ay önce kendi çıkarttığı kanuna bile uymaz. 6 yıl önce olmuş bir olay, bugün aklına gelmiş gibi yapar. Kendisi muhalefetteyken, ya da iktidarını sağlam görmezken “ seçimle gelen seçimle gider” der. Ancak kendi iktidarında muhalif belediyelerin seçilmiş başkanını tutuklamayı, yerlerine kayyum atamayı “milli” bir marifet sayar.
İktidarın darbeleri karşısında çok önemli bir meslek örgütü olan Barolar, hukuksuzlukla mücadeleyi hukuk alanına sıkıştırmışlardır. Tabanlarıyla kopmuşlar, 130 bin avukata ulaşamamışlar, yargı erkinin işleyişini kilitleyememişlerdir.
Faşizme karşı sadece hukuk yoluyla mücadele edilemez.
Çünkü ortada bir kural yoktur. Kuralsızlıkta faşizm sadece kaba güce ve ele geçirdiği devlet kurumlarına dayanır.
Bunun sonucu olarak Barolar bugün mücadelede geriye düşmüşlerdir.