Kültür hayatımızda anı türünün pek de yaygın olduğunu söylememiz mümkün değildir. Refik Durbaş, 1960 kuşağının şairlerinden ve son elli yılın da kaçınılmaz olarak canlı tanıklarından biri…
Son dönemde BirGün gazetesinde edebiyat dünyamızın acı tatlı olaylarını kâh yaşadıklarından, kâh okuduklarından yola çıkarak beyaz kâğıda siyah mürekkeple kayıt düşerek okurlarını zaman yolculuğuna çıkarıyor.
Bu yazıların yayımlandığı Perşembe günlerini iple çeken okurları olduğu gibi Doğan Kitap
Genel Yayın Yönetmeni Cem Erciyes’in de dikkatini çeker. Böylece yazıların kitaplaşma süreci başlar. 2016’da yayımlanan ilk kitabın adı “Şiirin Gizli Tarihi”dir. Geçen aylarda ise ikinci derleme olan “Edebiyat Anılarda Yaşar” yayımlanır.
Refik Durbaş’ın penceresinden bir zaman yolculuğuna çıksak diyorum.
I
Varlık dergisinin 1950’de açtığı şiir yarışmasına Çorum’dan katılan Sait Maden Baudelaire
çevirisiyle birincilik kazanır.
Dergi kazananlarla birer konuşma yapacak ve fotoğraflarını da basacaktır. Ancak Sait Maden,
“Ben o çeviriyi yüzümün fotoğrafı ile değil, kafamın içindeki beyin ile yaptım” diyerek fotoğraf
vermeyi reddeder.
II
1950 ve 1960’lı yılların gazetelerinde tefrika roman apayrı bir önem ve değeri vardır.
Gazetelerin tiryaki okurları tefrikaları düzenli olarak izlemektedirler.
Kimi tefrikalar günü gününe yazıldığından eski bölümlerle uyum göstermediği, kimi yazarların
hastalanması veya ölmesi gibi nedenlerle başkaları tarafından sürdürülmesi kaçınılmaz
şeylerdir.
Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan “Anjelik” tefrikası, çevirmenin gazeteden ayrılmasıyla
Erdoğan Tokmakçıoğlu tarafından sürdürülür. Ancak dört yüz gündür hiç öpüşmeyen Anjelik’in
birden bire her türlü aşk rezaletine karışması okurların tepkisini çekecektir.
III
Orhan Kemal’in “Sokaklardan Bir Kız Sevdim” romanı tefrika edilirken romanın ana kahramanı
Cevdet cezaevine düşünce Abdülbaki Gölpınarlı soluğu Orhan Kemal’in evinde alır. Kapıyı açan
yazara hâl hatır bile sormadan “Ne olur bu çocuğu cezaevinden kurtar” diyecektir.
IV
Son Saat gazetesinin sahibi Selim Ragıp Emeç, tefrikasını sürekli aksatan Kemalettin Şükrü’yü
gazetenin muhasebe odasına hapsedecek, romanı bitirene kadar kendisine sadece
pencereden yemek, kahve ve yemek verilmesini emredecektir.
V
Oktay Rifat’ın Aşk Merdiveni adlı kitabı 1958’de yayımlandığında Metin Eloğlu’nun, kendisiyle
yaptığı söyleşide şunları söyler. “Aşk Merdiveni bir bitkinin adıdır. Sıra sıra, ince yapraklarıyla,
herhangi bir saksı bitkisi. Kim bilir ona bu adı kim takmış? Ayırmış onu şebboydan,
papatyadan… Ona bir tat, bir anlam aşılamış. Onu yaşayışımıza karıştırmış. Bitkiyi toprağa
ekmek, yeşertmek kadar önemli bir iş bu. Şunu söylemek istiyorum: Bu bitkiye aşk merdiveni
adını takan kişi ona sadece şiirce bir ad bulmakla kalmamış, o bitkinin kişiliğini, anlamını da
yaratmış. Kısacası diyebiliriz ki gerçekten doğan şiir, bütün yaratıklar gibi boş durmuyor,
yaratılır yaratılmaz yaratıcı oluyor.” dedikten sonra şöyle devam etmiş. “Şiir olmasaydı, yaşama
dediğimiz oluşun çarklarından biri eksilirdi. Belki kıyamet kopmazdı ama insanlar sevişemez,
öpüşemez, beğenemez, yarınların yeni düzenine şiirli dünyanın hızıyla kavuşamazdı.”
Refik Durbaş, edebiyatın sayfalarıyla hayatın sayfalarını paçal ederken, okuru edebiyatın
mutfağında da dolaştırıyor. Anılar, zamanın yağmasından kurtardıklarımız değilse nedir?
*Edebiyat Anılarda Yaşar, Refik Durbaş, Doğan Kitap, 2018.