CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı ve aday belirleme yöntemi ulusal bir soruna dönüştü desek, bilmem abartma yapmış olur muyum?
Bütün gözler bugün Ankara’da yapılacak olan üçlü görüşmeye çevrilmiş durumda. Özgür Özel, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu bir araya gelecekler ve Cumhurbaşkanı adayının ön seçimle belirlenmesi konusunu masaya yatıracaklar.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, Cumhurbaşkanı adayının ön seçimle belirleneceği ve bunun takviminin en geç üç ay içerisinde olacağı açıklaması aslında, kucağında duran bombanın pimini çekmek anlamına geldi.
Eninde sonunda bu pim çekilecek ve bu bomba patlayacaktı.
Bu açıklamanın ardından ön seçim için İmamoğlu coşkuyla, “bir demokratik devrim” tanımlaması yaparken, Mansur Yavaş ise eleştirilerini iki noktada topluyordu: Birincisi, erken olduğu, ikincisi ise CHP’nin adayının sadece partililer değil, halk tarafından belirlenmesi gerektiğiydi.
Her iki adayın da kendi içlerinde tutarlı olan bu açıklamalar doğal olarak tartışma zeminini güçlendirdi. Aday adayları tutarlılar. Zira, parti içine İmamoğlu hâkim. Yavaş’ın kamuoyu yoklamalarında güçlü olduğu biliniyor.
Sonuçta konu sadece CHP mahfilleri değil, siyaset sahnesinin açık ya da kapalı her noktasında ana gündem haline geldi.
Bir yanda bunlar olurken, diğer yandan gerek CHP içinden gerekse dışından farklı seçenekler de gündeme geldi, gelmeye devam ediyor.
Bu seçeneklerden, belki de en ilginci ve tartışılmaya değer olanlarından birisi, Antalya Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı ve 27. Dönem İyi Parti Antalya Milletvekili Hasan Subaşı’dan geldi.
Hasan Subaşı, her ne kadar bugün Antalya’da kendi köşesine çekilmiş gibi dursa da, ulusal düzeyde merkez sağ siyasetin köşe taşı isimlerindendir. Özellikle milletvekilliği döneminde, başta Kürt sorunu ve HDP ile olmak üzere, yaptığı açıklamalarla, aslında merkez sağın izlemesi gereken siyasetin Türkiye’ye özel geleneksel Demirel çizgisini yansıtmış, bu nedenle de zaman zaman desteklenmiş, zaman zaman da eleştirilmiş bir isimdir.
Bu nedenle de Hasan Subaşı’nın getirdiği öneri önemlidir ve tartışılmaya değerdir.
Önce Hasan Subaşı’nın ne dediğine bakalım.
“Mansur Yavaş "Seçim benimle alınır, çünkü MHP ve AKP dahil bütün sağ kesimden de oy alırım" diye düşünüyor. Ekrem İmamoğlu ise " Seçim benimle alınır, doğu ve güneydoğu ile Karadeniz bölgesinden en çok oyu ben alırım" diye düşünüyor. İmamoğlu, popülaritesi ve siyasi becerisi yüksek bir siyasetçidir. Yavaş ise soğukkanlı ve temkinli tutumuyla sempati kazanmaktadır. Yavaş kamuoyu yoklamalarında önde olduğunu, İmamoğlu ise önseçimi alacağını biliyor. İkisi de değerli ve güçlü adaylar... Bu, CHP'nin güçlü yanıyken iyi yönetilmezse zayıf yanı olabilir. Birisi vazgeçer mi, zor görünüyor. Önseçimle belirlensin denirse Mansur Yavaş, kamuoyu yoklamaları denirse İmamoğlu kabul etmeyecektir. Ayrıca seçimin ancak kendileri ile kazanılacağını düşünüyorlar. Genel Başkan Özgür Özel'in iki başkanla yapacağı toplantıdan uzlaşma çıkmazsa, bir centilmenlik anlaşması yapılabilir. Şöyle ki: Ön seçim yapılacaksa dışarıda kalan diğer aday, dilerse partisine bağlılığını ifade ederek 100 bin imzayla cumhurbaşkanlığı seçimine bağımsız katılabilir. Seçim ikinci tura kalacaktır ve üç adaylı bir seçim olacaktır. CHP'li iki başkan her bölgeden oy alacak muhalif oylar en yüksek seviyeye çıkacaktır. Yine anlaşma gereği ilk turda daha az oy alan aday ise diğer adaya tam desteği peşinen kabul ederek dilerse cumhurbaşkanlığı yardımcılığı da kabul edebilecektir. Böyle bir uzlaşma zor olmaz kimse kaybedilmez, önseçim ve kamuoyu yoklaması bir yana milyonlarca seçmen de oylarıyla yol göstermiş olacağı için herkes sonucuna rıza gösterecektir diye düşünürüm.”
Subaşı özetle, CHP’nin elindeki bu iki güçlü aday ile ilgili süreci doğru yönetemezse, bir zayıflığa dönüşebileceği endişesinin ardından, ikilinin uzlaşabileceği bir formül olarak, CHP’nin bilgisi ve kontrolü altında ikisinin birden aday olmasını öneriyor. 
Yani aslında Subaşı diyor ki: “CHP iki aday çıkarsın, bu iki aday bütün sinerjilerini CHP için kullansın.”
Tarihte bir siyasi partinin aynı anda iki aday çıkarmasının örneği var mıdır, bilmem. Siyaset bilimcilere sormak lazım.
Ancak Subaşı da dahil kamuoyundaki endişe artık, eskilerin deyimi ile kuvveden fiile dönüşmüş durumda. AKP hükümranlığı ve Recep Tayyip Erdoğan yönetiminin karşısında bu kadar güçlü iki aday varken seçimleri kaybetme kaygısı ete kemiğe büründü. 
Kaygı, belirli bir düzeye kadar olumlu bir pekiştireçtir. Ancak o kaygı eşiği aşılırsa bu sefer kaygı, negatif yönde işler. 
CHP’nin adaylık sürecinde kaygı eşiği sınır noktasına gelmiş görünüyor.