Bilenlerin kendisini “mutsuz” varsaydığı bir dönemden geçiyoruz. Orwell’ın distopik evreni uzak bir iklim olmaktan çıktı artık. Bob Dylan’a selam olsun: Okyanuslarda, açık denizlerde seyrini sürdüren tüm gemilerin kaptanları yalan söylüyor; atılan bütün zarlar hileli, herkes her şeyin farkında. Martin Eden’ın, Hemingway ya da Zweig’ın bireysel / toplumsal hesaplaşmasındaki “erdemin” yerinde yeller esiyor, kendi bacağından asılan koyunlardan, Pavlov’un köpeğine doğru tersine bir evrim yaşıyoruz.
Goebbels’in Çocukları
70’lerin ikinci yarısında ve erken 80’lerde Vietnam’ı tersyüz edercesine kılıç sallayan Chuck Norris ve John Rambolar, aynı yalanı defalarca ve istikrarlı biçimde tekrarlamayı öneren Goebbels’in çocuklarından farksızdı. Ivan Drago’yu yumruklayan Rocky’e, düşmana gökyüzünü zindan eden Maverick’e (“Top Gun”) alkış tutan çocukların babaları, 12 Eylül’ün ardından okudukları kitapları yakmakla meşguldü. Mevsim daha sonbaharmış, ne gam!
Adına Yeni Sağ dedikleri ve bayraktarlığını eskimiş kovboy Reagan ve has müttefiki Thatcher’ın yaptığı yükselen dalga, bizde paradoksal biçimde “köprüyü satma”, “cinselliğinin farkında olma” ya da “maneviyatı güçlü nesiller” kavramlarıyla özetlenebilecek Özal’ı çoktan baş tacı etmişti. Evlatlarını ceketini satma pahasına okutmaya ant içen ebeveynleri başka bir dünya bekliyordu artık.
Aydın Yanılsaması
Münir Özkul ve Adile Naşit’li filmlerin, iki göz odasını konu komşuya açan sevimli figürlerinin, safını yoksulların yanında belirleyen Şabanların ufka doğru yapayalnız yürümeye zorlandığı böylesi bir evrenin yeni kahramanlarının “gemisini kurtaran kaptanların” arasından seçilmesi tesadüf değildir elbette.
Bu noktada sözü çok da edilmeyen bir olgu da aydın duruşudur. Attila İlhan’ın durmaksızın altını çizdiği yukarıdan aşağıya süzülen “ihanetin”, cehaleti nasıl meşrulaştırdığı, mutsuz bir azınlığın hafızasındadır elbette. Bilinçli muğlâklaştırma eylemine eklenen neo liberal ve post modern açılımlar, kimi zaman “kara bir kitapta”, kimi zaman sol gösterip sağ vuran kalemlerin bireyi keşfetme maceralarında, sokaktaki adamın üzerine boca edilip durmuştur. Halkaya tam da böylesi bir dönemin ürünü olan yeni “komikleri” ya da varlığını cici muhafazakârlığa borçlu olan “sanat sinemacılarını” da ekleyebilirsiniz.
Bedelin Adı: Suskunluk
Şairin, “başımıza gelen bütün bu şeyler, dünyada olmamaktan daha iyi” dizeleri bir tarafa, on yıllardır ödemek durumunda kaldığımız bedel, kendisini en çok suskunlukta göstermiştir. Bugün içine düştüğümüz hareketsizlikten yakınanlarla, tepkisizliği örgütleyen, bir şeyleri fazlaca bilmenin uğursuzluk getireceğini savlayan kimseler birbirinin ikiz kardeşidir! Onay mercii, başına koydukları “yetmez ama”larıyla hep onlardır. Bir zamanların yaldızlı “vesayet” ve “özgürlükler” söylemini, en küçük bir pişmanlık duymaksızın “çocuksu düşler” şeklinde izaha kalkanlar, içine gömüldükleri karanlıktan çıkmak için fırsat kollarken, bu topluma “bilmenin mutsuzluk getirdiği” söylemini, artık kurtulmak için can attıkları “kurtarıcılarıyla” birlikte armağan etmişlerdir. Onları unutmayacağız!