Belediyelerde hoş geldin, beş gittin işleri yavaş yavaş bitmeye başladı. Başkanlar, seçimde söz verdikleri projeler için çalışmaya başladılar.
Ancak, başkanların en önemli sorunu geçmiş dönemden kalan borçlar.
Geçmiş dönemdeki başkanların yaptıkları borçlarla, göreve yeni gelen başkanların, deyim yerindeyse, elini kolunu bağlıyor. Bu borçların önemli bir kısmını da, yapılan projeler için piyasaya yapılanlar oluşturuyor.
Geçmişte, ben de hayal meyal hatırlarım, belediyeler bütün işlerini kendi kaynakları ile yapar, dışarıdan hizmet alımını kullanmazlardı. Ne zaman ki Turgut Özal iktidara geldi, belediyelerin dışarıdan, başta müteahhitlik olmak üzere, hizmet alımları dönemi başladı. İş o boyuta vardı ki, artık belediyeler bütün işlerini ihale ederek dışarıya bağımlı hale geldiler. Her bağımlılık gibi bu bağımlılık da, belediyelerin çalışmalarını önemli ölçüde etkiledi.
Bunun en son örneğini Antalya, Döşemealtı Belediyesi’nde yaşadık. Döşemealtı Belediyesi’nin geçmiş dönemden kalan 70 milyonluk asfalt borcu için firma icra getirdi ve makam odası götürüldü.
Elbette başta belediyeler olmak üzere bütün kurumlar ihtiyaçlarını karşılamak için dışarıdan çözümler arayacaklardır. Ancak, burada bir anlayış, daha doğrusu bir tercih söz konusu. Sizin dışarıya verdiğiniz her iş, her ne kadar kamu faydalanacak olsa da, sermayeyi mutlu edecektir. Çünkü sermaye kar etmek isteyecek, onun ettiği kar da halkın cebinden karşılanacaktır.
Oysa daha farklı bir yöntem de var. Belediyeler, ihtiyaç duydukları materyallerin bir kısmını kendiler üretiyorlar. Örneğin birisinin asfalt plenti var, bir başkasının kent mobilyalar üretme atölyesi. Bir diğerinin kesme çiçek seraları.
Tam da bu noktada, belediyeler, ihtiyaç duydukları mal ve hizmeti kendi içlerinde halletseler ve kullandıkları halkın parasını yine başka bir belediyeye aktarsalar, bu yolla halkın parasını yine halka aktarsalar olmaz mı?
Belediyeler kendi ihtiyaç duydukları malzemeleri üretmek için kurdukları bu tesislerde kendi ihtiyaçları kadarını üretiyorlar. Çünkü ürettikleri malzemelerin pazarına açılmıyorlar. Oysa, her belediyenin o malzemelere ihtiyacı var. Üretilen malzemenin üretimini genişletip, kendi ihtiyaçlarından fazla üretilen malzemeyi diğer belediyelere satsalar, bu yolla kendileri artı değer üretirken, diğer belediyeler de piyasanın altında bir maliyetle bunlara sahip olsalar ve bu yolla belediyeler arası bir ekonomi oluştursalar fena mı olur?
Asfalt ihtiyacı olan, asfalt üreten belediyeden, peyzaj düzenlemesi yapan belediye kent mobilyaları ya da kesme çiçek üreten belediyeden bu ihtiyaçlarını karşılasa ve harcanan para, özel sektöre ya da sermayeye değil de, bir belediyeden diğerine geçse kamu kaynakları daha işlevsel hale geçmez mi?
Başta Türkiye Belediyeler Birliği olmak üzere bu konu masaya yatırılmalı ve bir anlayış ve halkçı bir siyasal seçenek olarak gündemde olmalı.
Öteki türlü, bugün Döşemealtı’da yaşadığımızı yarın başka bir belediyede yaşamamız kaçınılmaz olur.