Daha önce de yazmıştım. Seçim nedeni ile dağ, bayır demeden geziyorum. Bu geziler bitince, bütünlüklü bir Antalya fotoğrafına hep beraber bakacağız. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ama her tarafta derin bir sessizlik var. Kimisi bu sessizliği ‘dip dalgası’ kimisi de ‘istikrarın devamı’ olarak okuyor. Seçimin ibresi henüz belli bir noktaya oturmuş değil. Ben de dahil herkes, kendi meşrebine göre anlamlar yüklemeye çalışıyor bu sessizliğe.

Bu gezilerin en güzel tarafı, çok ilginç bir anın, görüntünün yarattığı etkiler oluyor.

Son yazıda, Gökbük Köyü’nde karşıma çıkan ‘Ayvazovski’ye saygı’ yazısını paylaşmıştım sizlerle.

Bugün de benzer bir durum anlatacağım.

Bu sefer adresimiz Kumluca’nın Hızırkahya ya da yerel adı ile ‘Çalka’ Köyü.

Hızırkahya, bir Tahtacı Köyü. Biliyorsunuz, Batı Antalya’da önemli bir Tahtacı yoğunluğu vardır. Antalya dışındaki dostlar için kısa bir bilgi paylaşalım.

Tahtacı, Batı Anadolu’da yaşayan ve geçimini ormancılık ile sağlayan Türkmen Alevileridir. Yakın zamana kadar kapalı bir toplum olarak yaşamını sürdüren Tahtacılar, gerek sosyolojik nedenlerle gerekse AKP iktidarının orman işçiliğini bitirme noktasına getirmesi nedeni ile bugün geleneksel yaşam biçimlerinde ve kültürel değerlerinde önemli bir erozyon ile karşı karşıyalar.

Bu kısa nottan sonra tekrar Hızırkahya’ya dönelim.

Torosların içinde ve eteklerinde bulunan köylerin tamamında olduğu gibi Hızırkahya da doğanın bütün cömertliğinden faydalanan bir köy.

İşte bu köyde bir posta kutusu var.

Burada gençler için de bir not düşelim. Çünkü gençler o dönemlere yetişemediler.

Teknoloji bu noktaya ulaşıp da mesaj, e posta, vb. iletişim araçları yaşamımıza girmeden önce mahallelerde, köylerde posta kutuları vardı. Mektupları yazıp, pulunu yapıştırdıktan sonra bu posta kutularına atardık. Postacılar da bu kutulardan belirli aralıklarla alıp, üzerindeki adrese ulaştırırlardı. Posta, o dönemlerde kamu hizmetiydi ve PTT bu hizmeti yürütürdü.

İşte bu posta kutusu Hızırkahya’da karşıma çıktı. Ama ne çıkma. Aşağıda fotoğrafını görüyorsunuz.

Gördüğünüz gibi, asırlık bir ağaca sırtını vermiş, dimdik ayakta duruyor. Köylülere sordum, “Biz bildik bileli o orada zaten” dediler.

Tıpkı benim kendimi bildiğim bileli içinde yaşadığım, devrimleri için mücadele ettiğim Cumhuriyetim gibi.

Posta kutusu bize diyor ki: “B ülkede bir zamanlar kamu hizmetleri vardı. Ben onların ürünüyüm. Siz, bana ve bu kamu hizmetlerine sahip çıkmak zorundasınız!”

Posta kutusunun sırtını yaslayarak kendisini güvende hissettiği ağaç gibi, ben de sırtımı Cumhuriyetime yaslayınca kendimi güvende hissediyorum.

Aydın Özer, sırtını güvenle yasladığı Cumhuriyet için Antalya’nın dört bir köşesini kıyı bucak geziyor.

Nilüfer Deveci, Cumhuriyetin kadınlara sağladığı imkanlar için gecesini gündüzüne katıyor.

Hasan Ercüment Taşdemir, Cumhuriyetin ona sağladığı laik yaşam tarzı için varını yoğunu ortaya koyuyor.

Bu listeyi siz başka örneklerle daha da uzatabilirsiniz.

Ez cümle, posta kutusu hepimize örnek oluyor. Yasladığı ağacı göstererek bize de asırlık çınarımızı, Cumhuriyetimizi, işaret ediyor ve Cumhuriyetimizi koruma görevimizi tekrar ve tekrar hatırlatıyor.