Klarnet üstadı Şükrü Tunar, (1907-17 Ağustos 1962) Adalı bir güzele gönlünü kaptırmıştır. Güzide Teknik Üniversite’de mühendislik öğrenimi görmektedir.

Şükrü Tunar’ın duyguları karşılıksız kalmaz. Konuşurlar, görüşürler ve iş ciddiye binince “Gelip seni ailenden Allah’ın izniyle isteyeceğim” der.

Dediği gibi de yapar ve sevdiği kızın Ada’daki evinin kapısı bir hafta sonu çalınır. Kapıyı açan, tanımadığı birini görünce ne istediğini sorar. Ne yapacağını bilemeyen Şükrü Tunar, mahcup bir edayla, “Hayırlı bir iş için geldiğini” söyleyince, büyük bir merakla, biraz da gönülsüzce içeri buyur edilir.

Gösterilen yere oturmaktan çok ilişen Şükrü Tunar, biraz kızgın, biraz da meraklı bakışlar altında, kâh kızarıp bozararak, kâh rengi uçarak ağzındaki baklayı çıkarır.

Odayı derin bir sessizlik kaplamıştır. Ailenin büyüklerinden biri, “Evladım sen ne iş yaparsın? Kimsin, nesin?” diye sorar.

Tunar, müzisyen olduğunu söyleyerek cevap verir. Ancak ortam iyice gerginleşmiştir. Büyüklerden birinin, “Hem çalgıcısın hem de pazardan domates almaya gelir gibi gelmişsin! Her şeyin bir usulü erkânı vardır! Sen ağaç kovuğundan mı çıktın? Beraberinde bir büyüğün olmadan böyle kız istemeye gelinir mi? Hadi bakalım uğurlar olsun!” demesiyle neye uğradığını şaşırmıştır. Gösterilen kapıya doğru yönelir.

İskeleye nasıl indiğini bile anlayamadan yanaşmış olan bir vapura atlar. İstanbul’a doğru yol alırken, gittikçe küçülen Ada’nın siluetinde bir film şeridi gibi sevgilisiyle gizlice buluştuğu köşeler yaşlı gözlerinden akıp geçer.

O sırada Ada’daki evde hararetli ve şaşkın tartışmalar olmaktadır. Kapıları bir kez daha çalınır. Bu kez gelen karşı komşularıdır ve merakla sorar, “Biraz öce sizden çıkan kişi Şükrü Tunar değil miydi?”

Ev halkı bu defa iyice şaşırmıştır. “A, siz nereden tanıyorsunuz?” diye cevap verirler.

Komşuları da “Efendim, üstat Şükrü Tunar’ı kim tanımaz? Hayırdır, sizde ne işi vardı?” diye merakla sorunca, “Bizim Güzide’yi istemeye gelmiş! Fakat biz kendisini galiba doğduğuna pişman ettik, kovulmaktan beter oldu” diye cevaplarlar.

Komşularının sözleri ise aileyi derin bir sessizliğe gömer. “Ayol, Güzide’yi Şükrü Tunar gibi bir sanatkâr istemiş, öpün de başınızın üstüne koyun! İngiltere kralını mı bekliyordunuz? Siz ne yaptınız?!”

Şükrü Tunar ise olan biten bu gelişmelerden habersiz, gözyaşları içinde kırık kalbinden dökülen nağmeleri toplamakla meşguldür. Vapur henüz İstanbul’a yanaşmadan önce besteci gönlünden dökülen nağmeleri küçük bir not defterinin sayfalarına yazmıştır bile.

Ada’nın yeşil çamları aşkımıza yer olsun

Ne çare ayırdı felek kalplerimiz bir olsun

İpek saçından bir tel ver bana yadigâr olsun

Ne çare ayırdı felek kalplerimiz bir olsun.

(Hüzzam Şarkı)

Neyse ki kısa bir süre sonra iki âşık tekrar bir araya gelirler. Ailede de sular durulmuştur. Şükrü Tunar Güzide’yi istemeye bir kez daha gider. İlk tecrübesinde kovulduğu evde krallar gibi karşılanır ve Güzide’yi alır. Evlenirler.

Meraklısı için ek:

Şükrü Tunar’ın Hüzzam makamındaki şarkısını aşağıdaki linkten Tuğçe Pala’nın yorumuyla dinleyebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=4G_mlUy-Y5I