Haftaya, ‘Yenidoğan çetesi’ skandalı, daha doğrusu vahşeti ile başladık. Onlarca bebeğin, sırf üç kuruş uğruna ölüme nasıl gönderildiğini izledik bütün ülke olarak.

Tabi istifa eden yok!

Ardından, Fettullah Gülen nam azılı Cumhuriyet düşmanı soysuzun ölüm haberi geldi. Bütün ülke “ateşi bol olsun” dedi. Ben de, “mezarına bir tas suyu dökenin de, ….” diyerek Türkçe’nin bütün kıvraklıklarını kullanarak, FETÖ’nün siyasi ayağına ilişkin hiçbir hamle yapmayanlara selam yolladım.

Tam, tekrar gündemimiz olan Yenidoğan çetesine dönecektik ki, Devlet Bahçeli, “Öcalan gelsin, Dem sıralarında konuşsun” dedi. Gerçi cümlenin ardı da, hepimiz buraya takılı kaldık.

Hadiii.

Bir yüksek gerilim hattı daha sana.

Daha bu cümleler kursağımızdayken, Özgür Özel de “el yükseltiyorum” demedi mi!

Buyur, buradan yak!

Sağdan soldan kayalar geliyor da, onları nasıl monte edeceğimizi bir türlü bilemedik.

Bir gün sonra, dünyanın en önemli savunma sanayi kuruluşlarından birisi olan TUSAŞ’a, Başkent Ankara’da bombalı eylem yapıldı. Bu eylemle öğrendik ki, bu kadar stratejik bir yer meğer özel güvenlik görevlileri tarafından korunuyormuş. Jandarma, polis hak getire. Ülke güvenliğini sağlamak için teknolojik çalışmalar yapan bir merkez, meğer kendisini koruyamıyormuş.

Bu arada, gümrükten kilolarca altın kaçıran bürokratlar, abasında uyuşturucu ile yakalanan milletvekili yakınları, gündeme bir girmekte zorlandı. Üstelik, milletvekili yakınını savunurken, “satıcı değil, kullanıcı. Arabadakiler de ikram etmek için” demesine rağmen.

Valla, ne güzel iş bu böyle.

Abinin arabasına biniyorsun, adam sana bir tabakta uyuşturucu ikram ediyor.

“Buyur baba. Buradan çek!”

Sahi, Yenidoğan çetesi ne oldu?

Aklımızın bir yerinde takılı kaldı galiba.

Ben de bu ortamda oturmuş, düşünüyorum.

Hani ev kadınları “bu akşam ne pişireyim?” diye düşünürler ya.

O hesap işte.

“Bu hafta ne yazayım?”

Yazma birader, yazma!