1980’li yıllar. 12 Eylül’ün toplumu politikasızlaştırma programı bütün hızı ile devam ediyor. Bir yandan ‘ne sağcıyım ne solcu; futbolcuyum futbolcu’ tekerlemesi sokaklarda yankılanırken, diğer yandan 12 Eylül öncesinde etkin olan politik dergilerin yerini ‘17’gibi gençlik (!), ‘Erkekçe’ gibi yetişkin dergileri alıyor.
Bu işin bir de müzik ayağı var tabi. Bir zamanlar fırtına gibi esen Ruhi Su, Mahsuni gibi isimler geri çekilirken, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur gibi isimlerin önü açılıyor.
Özetle, ‘benim memurum işini bilir’ ve ‘devlet malı deniz’ cümlelerinde somutlaşan toplumsal yozlaşmanın kültürel ayakları bilinçli olarak destekleniyor.
Aslında, bu yozlaşmış kültürel dokunun kökenlerini Demokrat Parti dönemi karşı devrimci uygulamalarda aramak gerekiyor. Cumhuriyet’in toplumsal kalkınma politikalarının karşısına konulan ‘her mahalleye bir milyoner’ anlayışı sonrasında oluşan toplumsal değişimlere bakmak gerekiyor. ‘Taşı toprağı altın İstanbul’ ya da Türkiye’nin ilk gecekondularının boy verdiği Ankara Altındağ, bu ‘milyoner’lik rüyasını görerek tarlasını, tapanını satarak büyük kentlere gelen köylüleri ve bu köylüleri şehirlere taşıyan anlayışın yarattığı toplumsal değişimin, sağ politikalar tarafından sürekli kötüye kullanılmasının ve istismar edilmesinin sonucuydu toplumsal yozlaşma.
Biliyorum, biraz uzun oldu ama bunları konuşmadan ne Ferdi Tayfur’u ne de onun temsil ettiği değerleri anlayabiliriz.
Ürettiği müziği müziği tartışmıyorum elbette. O yetkinlik ve yeterliliğe sahip değilim ama Ferdi Tayfur’un sembollerinden biri olan toplumsal dokuya tartışmaya, daha da önemlisi tarihteki yerine ‘hakkı’ ile oturtmaya ihtiyacımız var.
Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur ve diğerlerinin ürettiği ve adını ‘arabesk’ koyduğumuz müzik, yukarıda özetlediğimiz ‘gecekondu’ kültürünün kimlik sembolü oldu ve bu anlamda Türkiye’nin sınıfsal temelli en önemli kimlik vurgusundan birisi de diyebiliriz.
Yerli ve milli ‘getto’ da diyebileceğimiz gecekondu, kendisini içinde bulunduğu kente entegre etmek ve ‘kentlileşmek’ yerine, içinde bulunduğu sosyolojik ve buna bağlı kültürel değerleri beraberinde kentte yaşatmakta kararlı kaldı. Böylece, parıltılı ışıklar içerisinde yaşayan kentte, fiziki olarak kentte olan ama kör noktada kalan, karanlıkta bırakılan, karanlıkta bırakıldığı için de görülmek istemeyen büyük bir kitle oluştu. Görülmeyen, görülmediği için de varlığından bile haberi olunmayan bu kitle, kendisini ifade etmek, ‘ben buradayım’ demek için altyapısını geldiği köyden alan kültürel ürünlerini üretti. Arabesk de bu ürünlerin en başat olanıydı. Nasıl olsa kentte yaşam zordu. Bir türlü kendisini, kendisi olarak kabul etmiyordu. Kendisi de değişmek istemiyordu. Kent kendisini kabul etmediği için de mutsuzdu. O zaman bu mutsuzluğunu pasif isyana dönüştürmeliydi.
İşte arabesk bu pasif isyan, Ferdi Tayfur da bu isyanın (!) bayrağıydı. Diğer meslektaşları gibi…
Bu toplumsal doku, 12 Eylül’e arayıp da bulamadığı bir imkan sağlıyordu. Bu imkan sayesinde lahmacun ile viski içenler, ‘amelelik’ten gelip adını neonlarda en üstlere yazdıranlar desteklendi. Önleri açıldı. Pasif isyan, bir anda geçer akçe oldu.
Pasif isyanın geçer akçe olmasının en önemli etkisi kendisini sandık fetişizminde gösterdi. Pasif isyanın görünmeyen oyuncularının aslında sandık fetişinde ne kadar önemli olduğu fark edildi. Bunu ilk fark eden de Refah Partisi oldu ve 1990’lı yıllarla birlikte, gittikçe yükselen bir ivme yakaladı.
Demokrat Parti’nin kaidesini hazırladığı, Turgut Özal’ın yontusunu yaptığı bu toplumsal yozlaşma, en görkemli yerini AKP iktidarı ile buldu. AKP ile birlikte artık, bir türlü entegre olamadıkları kent yaşamının sahibi bu kitleydi ve kendi değerlerini (!) kente dayatabilirlerdi. Nitekim öyle de oldu. Artık iktidar ışıltılı kentten, karanlık gecekonduya geçmişti ve isteğini yapabilirlerdi. Yaptılar da.
Artık, karanlıkta kalan sadece gecekondu değildi. Kent de, gecekondu gibi karanlığa gömülmüş, sandık demokrasisi ülkeye karanlığı getirmişti.
Dediğim gibi, Ferdi Tayfur müziğini tartışmıyorum. Onu uzmanları yapsın.
Fakat, Ferdi Tayfur’un ‘Akşam Güneşi’ parçasının, bugün içinde bulunduğumuz toplumsal dokunun işaret fişeği olduğunu ve AKP iktidarına giden yolun aydınlatıcılarından birisi olduğunu unutmayalım.