Siyasetin bu kadar yoz ve yorucu olduğu bir ortamda, zaman zaman nefes alma alanlarına ihtiyaç duyuyoruz. Aslında çok da nefes alma alanı sayılmaz ama hani, siyasetin dışında ya! Buna da razı olduğumuz günlerden geçiyoruz.

Dokuz yıl öncesine kadar Antalya için “müzeler kenti” desek yanlış olmaz sanırım. Antalya Kültür Evi, Soba Müzesi (Sobacılar Çarşısı diye bilinen bir çarşı var Antalya’da), Sinema Müzesi Dokuz yıl öncesine kadar olup da, bugün olmayan aklımıza ilk gelen örnekler. Mustafa Akaydın’ın da çok önemli emek ve katkılarının olduğu bu müzelerde, Antalya’nın geçmişi, kültürel dokusu ile tanışıyor ve yaşadığımız kent ile bağlarımızı güçlendiriyorduk.

Sonrasında Menderes Türel dönemi geldi ve bu müzeler beton belediyeciliğine kurban edilerek kapatıldı. Biz de Antalya’nın köklerinden koparıldık. Sonrasında da Muhittin Böcek’in bu konuda başarılı bir sınav verdiği söylenemez. Kültürü sadece festivaller, konserlerden ibaret bir alan indirgedi ve kültürün bu boyutu ile hiç ilgilenmedi. Oysa, hepimizin yaşamı vardı o müzelerde.

Şimdi bu köşeyi Hüseyin Erhan Acar’ın, Modern Zamanlar Dergisi’nde, 2019 yılında yayınladığı, Sefa Önal’ın daktilosuna yazdığı mektuba bırakacağım.

“Daktilom, İki gözüm, bir tanem...

Sana minnet ve şükranla bağlıyım...

Kasım 1963 “Ağaçlar Ayakta Ölür” Yalova Termal 

Aralık 1991 “Yalı” İstanbul  Levent...

Ve.. Bu aradaki bütün zamanlarda beraber olmuşuz...

Yazılmadık senaryo, yapılmadık yolculuk mu kalmış...

Beraberce sabahladığımız geceler ayları, yılları bulur... Sendeki sabrı ve vefayı hiç kimseden görmedim..

Ayrılık, başımıza er yada geç gelecekti...

Yaşlandık be anam!...

Tek tesellim, Antalya gibi bizi anlayan  bir ülkeye, sinemaya sahip çıkan bir vatan toprağına yerleşecek olman...

Seni görmeye geleceğim elbet!..

Sonra

Sonra bir gün gelemeyeceğim!

Ağustos 19

1997

Safa Önal”

Hüseyin Erhan Acar, mektubun ardından yazısına şöyle devam ediyor.

“Pişman oldu

Hem de çok pişman oldu

Önce Behlül Dal İstanbul'daki müzeyi kapatmak zorunda kaldı, sonrasında Altın Portakal'da sergilenmek üzere AKSAV'a hediye edildi. Sergilendikten sonra depoya kaldırıldı.

Ta ki Mustafa Akaydın döneminde hatırlanıp bir sinema müzesi açılana dek AKSAV'ın depolarında adeta çürüdü.”

İşte bu daktilo, bu hazin öykünün ardından, bugün yeniden müzesini arıyor.

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin başta Muhittin Böcek olmak üzere, kültür ve sanat yetkilileri, Sefa Önal’ın daktilosu gibi, müzesini arayan objelere bir yer bulup da, onları yeniden bizlerle buluşturamazlar mı?

Sayın Muhittin Böcek; biliyoruz, yörük çocuğusunuz. Torosların evladısınız. Ama Toroslar sadece yağlı güreş, yörük göçü, yayla şenlikleri değildir. Antalyalı Şair Metin Demirtaş’ın

“bizim de dağlarımız vardır Che Guavera”

Dediği gibi ulu, yüce, coşkun ve taşkın bir kültür hazinesidir.

Lütfen bu hazinenin sadece bir tarafına değil, her tarafına sahip çıkın ve başta Sefa Önal’ın daktilosu olmak üzere; müzesini arayan tarihimize bir müze armağan ederek siz de tarihte hak ettiğiniz yerinizi alın.