"Emanet etmişsin geldi selamın,
Ey şah-ı cihanım aleyküm selam"
Sevgili Teslime Tosun, benim “en hakiki öz yerli ve milli Antalyalı” yazısına köşesinden cevap vermiş. Yukarıdaki dizelerde dediği gibi, selamını yollamış. Aldım, kabul ettim.
Benim yazı tarzım değil ama bu seferlik, Teslime’nin yazı metodolojisi ile ilerleyelim.
Teslime yazısında ‘kibar kibar’ laf geçirdiğimden bahsetmiş.
Şurada anlaşalım. Ben kibar kibar laf geçirmem, söyleyecek sözüm varsa, olduğu gibi söylerim. Bunun adı laf geçirme ise, ‘eyvallah’ der, geçerim.
Benim yazımda yaptığım ‘1980 ve 1990’ların Antalya’sı yok’ saptamasına, doğduğu köyün bir iskan köyü olduğunu, farklı kültürlerle bir arada büyüdüğünden bahsediyor. İyi de, buna itiraz eden yok ki. Hatta sadece Antalya’da değil, Türkiye’nin pek çok köyünde bu durumla karşılaşabiliriz. Teslime’nin bu cümlesi sosyolojik bir saptama değil. Oysa ben, o dönemin sosyolojisine ilişkin bir saptamada bulunmuştum. 1990’lara kadar insanlar, ağırlıklı olarak doğduğu yerlerde yaşayarak, kimliklerini o kültürel doku üzerinden inşa ediyorlardı. 1990’lı yıllarla birlikte Türkiye’de iç göç İstanbul, Ankara ekseninin dışına çıkıp farklı illere yöneldi. Bundan da en çok Antalya, Bursa ve Mersin etkilendi. O yıllarda Türkiye’nin dördüncü büyük kenti Adana sayılırken, bugün Bursa dördüncü, Antalya beşinci büyük kent haline geldi. Bu büyüme, doğaldır ki, kentlerin tarihlerinden getirdiği dokuları da aşındırmaya başladı. Bugün Antalya’da, Mersin’de baş tacı edilen yörüklük, bilimsel olarak ‘etnografik’ bir unsura dönüşürken, siyasal olarak da bir ‘pazarlama’ aracına dönüştü.
Hazır bu büyümeden bahsederken, Antalya bugün TBMM’de 17 vekil ile en büyük beşinci ili oluşturuyorsa, nüfusuna dışarıdan katılan insanlar sayesindedir. Şayet vekil sayıları hesaplanırken dışarıdan gelenler olmasa, Antalya’nın kaç vekili olurdu acaba? Tam da bu noktada ben de Teslime’nin dilini kullanıp; “yok ya! 17 vekil sayısını benimle yakalayacaksınız, sonra da ‘bana sen otur oturduğun yerde’ diyeceksiniz” cümlesini kurmayı kendime hak görüyorum.
Yine Teslime diyor ki; “biz kimseyi kırmızı dipli mumla davet etmedik.” O zaman şunun açıklanması gerekiyor. Antalya’da sahil alanları için yapılan bir espri vardır. Damatlar çok zenginidir. Neden? Çünkü sahiller, tarıma elverişli olmadığı için kız çocuklarına verilmiştir. İlerleyen süreçle birlikte, turizm geldikçe sahiller para etmiş, kız çocuklarına verilen araziler de oteller için gözbebeği olmuştur. Bu durumda da o kız ile evlenen damat dünyalığını tutmuştur. İşte Antalyalılar da bu dünyalık için, neşeli bir şekilde ve gevdire gevdire ‘damat’ esprisini yaparlar. Bu kırmızı dipli mum değil de nedir?
Teslime’nin yazısının bir yerinde benimle ilgili ‘alicenaplık’ nitelemesi var. Aynı Teslime’nin kurduğu “bizim kadar Antalya’nın nimetlerinden onların da faydalanma hakkı olduklarını bilerek soframızı, arazilerimizi ve gönlümüzü açtık.” cümlesini, ‘alicenaplık’ örneği olarak, Edebiyat Fakültelerinde okutulmak üzere buraya örnek olarak bırakıyorum. Yusuf Yavuz, Tuncay Koç gibi adlar üzerinden yaptığı güzellemeleri de, “ama benim en yakın arkadaşım da bilmem ne” gibisinden cümlelerle eş tutuyorum.
Teslime’nin yazısından alıntılar bu kadar yeter. Tekrar meselenin özüne dönelim ve tartışmanın adını net koyalım. Bu tartışma ‘Antalyalılık’ tartışması değil, ‘yörüklük’ tartışmasıdır, ki Teslime de ‘Has Yörükler Derneği’ yönetim kurulu üyesidir. Seçimlerden sonra da ‘yörükleri yok sayarsanız sonunuz bu olur’ minvalindeki cümleleri de bilinmektedir.
O zaman kendilerine ‘kanaat önderi’, ‘yörük temsilcisi’ diyen ve bana Antalyalılık taslayanlara bazı sorular sorma hakkım doğuyor.
Sözüm ona Yörük temsilcileri!
Tek bir soru soracağım. Karaman Valiliği, yörüklerin göç yollarını kısıtlarken, sulak alanları yasaklarken ve bunları duyurmak için Pervin Abla kapı kapı gezerken neredeydiniz? Siz değil misiniz, “eğeri kaltak Osmanlı” diye şiir yazan. Buyrun. Pervin Abla, Silifke – Karaman hattında yaşam mücadelesi veriyor. Bir zahmet, destek olun. Ama olmaz. Neden? Çünkü orada siyası rant yok. Çünkü yörüklerin göç yolunda protokol olmaz. Siz, sizi kıran Yeniçerilerin kıyafetleri içerisinde, sizin için zulüm, ölüm anlamına gelen mehteranın arkasında, milletvekilleri, belediye başkanları ile kol kola yürürsünüz.
Yemeyin beni!