Bugün 2 Temmuz.
Bitmeyecek bir acının, Madımak’ta insanların ve insanlığın yakılışının 30. Yılı.
Ne çabuk geçmiş zaman. Hala dün gibi aklımda. Tuncay’ın Ankara Etlikte, bir bodrum dairesindeki öğrenci evindeydik. Temmuz ayında Tuncay hala memleketi Merzifon’a gitmemişse, demek ki bütünlemeler yaklaşmış, biz ders çalışıyoruz. Sivas’tan haberler gelmeye başlıyor. Çaresiz, elimiz kolumuz bağlı kaygılı ve korkulu bir bekleyişti bizimkisi. Sivas’ta sevdiklerimiz, dostlarımız vardı. Ateşin dumanı, Ankara’ya kadar gelmiş, bizim boğazımıza düğümlenmişti.
Demek 30 yıl olmuş.
30 yıldır her 2 Temmuz’da hepimizin içi bir başka acıyor, bir başka yanıyor. #unutMADIMAKlımda diyoruz. Aslında söylemek istediğimiz, “unutamıyorum” Böyle bir insanlık karası nasıl unutulabilir ki?
‘Hesap soracağız’ diyoruz da, nasıl hesap soracağımızı söylemiyoruz.
Oysa hesap sorma yöntemi çok basit.
Gericilikle, yobazlıkla hesaplaşacağız.
Ağalıkla hesaplaşacağız.
Kısacası, feodalizm ile hesaplaşacağız.
Öyle, ‘insan hakları’, ‘kimlik siyaseti’ üzerinden tatlı su balıklığı yapmayacağız. Feodalizmin simgesi Şeyh Sait’e methiyeler düzmeyeceğiz. Çağdaşlık düşmanı gerici Said-i Nursi’ye sessiz kalmayacağız.
Son 20 yılda bunları yapmadığımız için bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin en gerici meclisi ile karşı karşıya kaldık.
Son 20 yılda bunları yapmadığımız için ÇEDES adı altında okullara imamların girmesine zemin hazırladık.
Son 20 yılda bunları yapmadığımız için 12 yaşında çocuğumuz tarikat yurdunun samanlığında canına kıydı.
Son 20 yılda bunları yapmadığımız için, gericiler, yobazlar bizlere ‘azgın azınlık’ deme cüretini buldu.
Oysa çözüm de gözümüzün önündeydi. Elimizin altında Devrim Kanunları vardı.
Devrim kanunları uygulansaydı, ne Çorum’u, Maraş’ı ne de 2 Temmuzu yaşardık.
Özetle, 2 Temmuzun ve daha nicesinin köklü çözümü, laik, demokratik ve tam bağımsız Türkiye’den geçiyor.
Bu laik, demokratik ve tam bağımsız Türkiye cümlesi bir yerden tanıdık geldi mi size.
Hah işte. Hadi, işe oradan, yeniden başlayalım.