Depremin üzerinden yaklaşık 9 ay geçti. Az bir zaman değil. Aradan geçen zamanda genel seçimdi, CHP’ydi, Filistin’di derken, bölgeyi iyiden iyiye unuttuk. Sanki 9 ay önce bu toprakların gördüğü en büyük yıkımı yaşamamış, resmi rakamlarla 50 bin insanımızı toprağa vermemiş gibiyiz.  

Oysa, bizden çok da uzakta olmayan bir coğrafyada insanlar yaşam mücadelesi veriyorlar. Ve ne yazık ki bu yaşam mücadelesinde birbirlerine sarılmaktan, birbirlerinin yaralarını sarma mücadelesi veriyorlar hala. Ama dedim ya, sanki bu olay yaşanmadı. Televizyonlar göstermeyince, haber siteleri yazmayınca biz de unutuveriyoruz. Gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor işte.

O bölgeden, yıkıntıların içerisinden bazı anekdotlar aktaracağım sizlere. Takdir ve karar sizin.

Hatay, Defne. Bu ilçeyi çokça duyduk geçen zaman içerisinde. İşte bu Defne’de yaşlı bir karı koca var. İki katlı evleri depremde hasar almış. Enkaz kaldırma çalışmaları için bu yaşlı çiftin evlerine gidiliyor. Kepçe, evin birinci katını yıkıp, enkaz kaldırma çalışmasını yarıda bırakıyor.

Neden?

Çünkü ev briketten yapılmış ve içerisinde demir yok. Enkaz kaldırmayı yapan firma işi evden çıkacak olan hurda demir karşılığında almış. O enkazdan demir çıkmayınca da işi yarım bırakmış, gitmiş. Şimdi o yaşlı çift soruyor: “biz ne yapacağız? Bu enkazı kaldırmaya bizim gücümüz yetmez.”

Bir diğer örnek olayımız da Defne’den. Hatay Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı HATSU, doğru dürüst vermediği su hizmetleri için depremzedelere su faturası yollamaya başladı. Defneliler, olmayan suyun parasını ödemenin derdine düşmüş durumdalar. Oysa Hatay Büyükşehir Belediyesi CHP’de. Yani sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partide. Lütfü Savaş’ın Hatay’ın yerle bir olan depremdeki günahlarına, bir de su faturası vicdansızlığı ekleniyor. Ve bu adam hala CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı olmaya devam edebiliyor.

Depremden sonra elektriğin geldiği ilk çadır sahibi abone, komşularını çağırıyor ve kendi elektrik hattından onlara da elektrik veriyor. Nasıl olsa elektrik altı ay ücretsiz değil mi? Değil işte. Kendi çadırına gelen enerjiyi komşuları ile paylaşan depremzedeye, altı ay sonra toptan elektrik faturası geliyor.

Depremin ilk günlerinde ortalıkta bolca gördüğümüz ve maalesef devletin de desteklediği cemaat ve tarikatlar ortalarda yoklar. Ama bu yok oldukları anlamına gelmiyor. Bu yapılar mahalle aralarına dağılmış durumdalar. Küçük çalışma grupları halinde varlıklarını sürdürüyorlar.

Deprem sonrası en çarpıcı yorumu Adıyaman’dan bir gazeteci yapıyor: “Adıyaman’a devlet karışmazsa beş yılda biz ayağa kalkarız. Devlet karışırsa, bu onbeş yıla çıkar!” çünkü Adıyaman’a aktarılan kaynak Adıyamanlıya değil, TOKİ eli ile hortumcuya gidiyor.

Okullar açıldı ama ortada defter, kalem, kitabı boşverin, çocukların okula gidecek ayakkabıları, montları yok.

Bütün bunları haberleştirenler ise baskı ve tehditle karşılaşıyorlar. Yine örnek Adıyamanlı bir radyo sahibinden geliyor. Radyo sahibi, Adıyaman Valisi ile “Vali değil misin? Benim radyomu RTÜK’e şikayet et kapatsın. Sen de kurtul, ben de kurtulayım!”

Örneklerin hangi ilden olduğunun bir önemi yok. Her yerde aynı manzara ile karşılaşıyorsunuz.

Ama buna karşılık güzellikler de var deprem bölgesinde.

İnsanların dayanışması, omuz omuza vermesi, yaşamak ağrısını birlikte paylaşmaları var. Suyu bağlanmayan komşusu için sular idaresi ile kavga edenler var. Hala çadırda kalan ve konteynere geçemeyen komşusunun bir acı kahvesini içip, “bir ihtiyacın var mı?” diyenler var. Dokuz ay önce deprem bölgesine yardım için gelip hala orada kalan ve bir işin ucundan tutmak için çırpınanlar var.

Bir fazla çocuğa mont, ayakkabı bulmak için uğraşanlar var.

Kısacası, “insanın acısını insan alır” diyen güzellikler var!