Öncelikle son dönemdeki bazı olayları ve ülkenin durumunu kısaca hatırlayalım.

Ankara’nın en yeşil noktası olan ODTÜ’de, Cumhurbaşkanı tarafından atanmış Rektör ve şürekası, ruhsatsız olduğu halde 40 dönümlük arazi içine yapılacak idare binası, yemekhane ve yurtlar için inşaat ve ağaç kıyımına izni verdi. Öğrencilerin itirazı ve protestosu üzerine ODTÜ’ye polisler davet edildi ve öğrencilere saldırdı. Tepkiler üzerine inşaat ve ağaç kıyımı şimdilik durdu.

Geçen yıl, Çorlu tren faciası TCDD yönetiminin ağır ihmali nedeniyle olmuş, kazada 25 yurttaş hayatını kaybetmişti. 1 yıl sonra davanın ilk duruşmasında mağdur aileleri ve avukatları Çorlu Ağır Ceza mahkemesindeki davaya alınmak istenmedi. Mahkeme hakiminin emriyle kapılar kapatıldı. Aileler darp edildi. Ailelerin kapıları zorlaması ve duruşmada yapılan işlerin şikayet edilmesi üzerine mahkeme heyeti davadan çekildi.

Olayların üzerinden 6 yıl geçtikten sonra Gezi ayaklanması, Savcılık tarafından Anayasal düzeni ilga etmek olarak nitelendi ve 16 sanık hakkında iddianame düzenlendi. Dava, Silivri mahkemelerinde görülmeye başlandı. Davada tek tutuklu sanık işadamı Osman Kavala…

Gazeteci Çiğdem Toker’e, yaptığı haberler yüzünden, büyük şirketlerden milyonluk tazminat davaları gelmeye devam ediyor. Çok sayıda gazeteci her gün adliyede değişik nedenlerle ifade veriyor.

Selahattin Demirtaş ve arkadaşları, eski Cumhuriyet gazetesi çalışanları, avukat Selçuk Kozağaçlı ve arkadaşları, Barış Akademisyenleri Tuna Altınel ve Füsun Üstel, muhafazakar bir vakıf Başkanı Alparslan Kuytul ve adını sayamadığımız yüzlerce kişi ülkenin değişik cezaevlerinde halen tutuklu…

* * *

Şimdi başka bir duruma bakalım, seçimlerden sonra gündeme gelen belediye borçlarına…

HDP’nin kazandığı belediyelere önceki dönem atanan kayyumların bıraktığı hesaplar ilginç boyutta seyrediyor. Sadece iki örnek; Siirt Belediyesini borçsuz devralan kayyum, geriye 115 milyon borç bırakarak belediyeyi devretmiş. Mardin belediyesine tekrar seçilen Ahmet Türk, belediyeyi 63 milyon borç 93 milyon nakitle devretmelerine rağmen kayyumun kendilerine 406 milyon borç bıraktığını açıkladı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise daha ilginç. İmamoğlu’nun mazbatasını almasından iptal edildiği 6 Mayıs’a kadar geçen 18 günlük süreyi saymazsak (ki kendisi herhangi bir tasarrufta bulunacak Meclis kararı alamadı) 23 Haziran’a kadar geçen sürede belediyeyi idare eden önceki başkan vekili ve kayyum olarak atanan İstanbul Vali Yardımcısı döneminde tam 2500 yeni personel alınmış, 3,3 milyar TL yeni borç yapılmış. Önemli miktarda nakit, Belediye kasasından bir kalemde 1,7 milyar TL harcanmış… Bu konuyla ilgili Sözcü gazetesinde Deniz Zeyrek, kamuoyuyla bilgileri paylaştı.

Antalya Büyükşehir Belediyesi ise, belediyenin resmi kaynaklarının açıkladığı bilgilere göre 4,3 milyar TL borç ile devredilmiş yeni Başkan Muhittin Böcek’e. Önceki belediye devrinde borç ise 2.1 milyar TL imiş. Menderes Türel sadece son döneminde 2,2 milyar TL yeni borçlanmaya gitmiş. Bu miktar, belediyenin bir yıllık toplam bütçesine eşit. Ama Antalya’nın 5 yılda borçlandığı rakamdan fazlasını İstanbul Belediyesi, başında bir seçilmiş Başkan olmadan 2,5 ayda yapmış gözüküyor.

Devlet olma hali, aslında yurttaşların güvenliğini sağlamak onlara temel ihtiyaçlarını giderecek sağlıklı ortamı hazırlama ve bunun için de o devlete bağlı olan bireyden vergi toplama halidir. Toplanan vergiyi nasıl dağıttığı, kimlere aktardığı, bu sürecin şeffaf olup olmadığı da o devletin ne kadar demokratik, halkçı ya da baskıcı ve totaliter olduğunu belirler.

Yazının ikinci kısmında anlatmaya çalıştığımız paraların harcanması ve bunun denetlenmesi, ilk kısmında anlattığımız baskı haliyle bir bütündür. O paraların nereye nasıl kim için harcandığı sorulmasın diye, ilk kısımdaki baskılar gündeme gelmektedir.

Devletin ve demokrasinin kısaca ve basit olarak özü budur.