Yarın bayram.

Bayramlar, doğası gereği içinde umudu barındırır. Çünkü ‘bayram’ olarak kabul edilen gün, geçmişte o toplumu ilerleten, güçlendiren bir olay yaşanmıştır ve bayram yapılarak o olayın umudunun tazelenmesi, güçlendirilmesi amaçlanmıştır.

‘Umut’ sözcüğü, bireysel olarak geleceğe güvenle bakmayı sağlar. Bir anlamda varoluşun da sembolüdür diyebiliriz. Genel anlamda toplumsal olarak da böyle düşünülebilir. Ancak biraz derinine baktığımızda durum değişir. Toplumun bir kesimini heyecanlandıran ve umutlandıran gelişmeler, diğer kesimleri için hayal kırıklığı anlamına gelebilir.

Gelin bu konuda tarihimizden örneklere bakalım.

3 Mart 1924. Tevhidi tedrisat. Bu kanun ile bütün eğitim ve öğretim kurumları devletin elinde toplanarak eğitimde çok başlılık ortadan kaldırıldı. Toplumun ilerici, devrimci güçlerine umut veren bir çağdaşlaşma hamlesiydi. Ama aynı zamanda devletin kontrolü dışında kendi istediği insan tipini yetiştirmeyi amaçlayan ve bu amaçla medreseler kuran gerici, yobaz takımı ya da emperyalizmin hizmetinde bulunan misyoner okullarının kurucuları olan işbirlikçiler için hayal kırıklığıydı.

30 Kasım 1925. Tekke ve zaviyelerin kapatılması. Yine ‘din’ kisvesi adı altında toplumun iliğini kemiğini sömüren, devletle bir bağlantısı olmayan, her biri kendi başına bağımsız dini örgütlenmelerin kaldırılması ve toplumun din tacirlerinin boyunduruğundan kurtararak, özgür düşünce özgür bireyin önünü açmayı hedefleyen bu kanun ile ilerici, devrimci güçler umut tazelemiş, geleceğe daha bir güven ile bakmaya başlamışlardı. Hayal kırıklığı yaşayanlar ise toplumu din kisvesi ile sömüren gerici, yobaz ve işbirlikçi çevrelerdi.

17 Nisan 1940. Köy Enstitüleri. Köy enstitüleri açılarak, eğitimi Türkiye’nin en ücra noktasına kadar ulaştırmak, eğitim aracılığı ile toplumsal gelişmişlik ve toplumsal kalkınmayı güçlendirmek amaçlanmış, eğitimin getirdiği imkanlardan uzak kalmış, bu nedenle de gelişememiş köylüyü, yine köy çocuklarının aracılığı ile geliştirmek ve özgür düşünce sistematiğini kökleştirmek amaçlanmıştı. Burada da umutlanan, gönenen ilerici, devrimci güçlerdi. Hayal kırıklığı yaşayanlar ise, karanlık yobaz ve gerici çevreler ile toprak ağalarıydı.

Bu üç örneğin de ortak noktası, umudun ilerici, devrimci güçlerde olduğu, hayal kırıklının ise yobaz, gerici çevreler ile ağalara kaldığını, yani feodalizmin hayal kırıklığını yaşadığını görüyoruz.

Bir de bugüne bakalım.

Kapatılan tekke ve zaviyeler, cemaat, tarikat gibi dinci çevreler, bırakın kapatılmayı, devletin yönetiminde etkin hatta ortak olmuş durumdalar.

Tevhid-i tedrisat ile sağlanan eğitim birliği, başta kur’an kursları olmak üzere darmadağın edilmiş durumda. Aladağ’da, dağ başında bir kur’an kursunda yaşadığımız felaket hala aklımızda.

Okullara ‘değerler eğitimi’ adı altında imamlar doldurulmak isteniyor. Felsefi bir anlamı olan ‘değer’ sözcüğü, dine, dinde de Müslümanlığa indirgenmiş durumda.

Bu koşullar altında da hali ile umutlanan taraf gerici, yobaz çevreler olurken, hayal kırıklığı yaşayanlar da ilerici ve devrimci güçler oluyor.

Ama bir de meselenin şu tarafı var. Tarihin ırmağı akışına devam eder. Buna hiçbir toplumsal güç karşı koyamaz. Zaman zaman engeller çıkar, yamaçlar gelir önüne ama eninde sonunda tarih kendi yatağında akması gereken noktaya devam eder.

Akması gereken noktanın da hedefi bellidir.

“Büyük insanlık”

Yarın bayram.

Büyük şairimiz Nazım Hikmet’in dizelerinden bir bölüm ile cümle yaren yoldaşın bayramını kutlayalım.

“Büyük insanlığın toprağında gölge yok
                                        sokağında fener
                                        penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
                                        umutsuz yaşanmıyor.”