Her ilişki, artı veya eksi bir etkileşim, çift akıntılı bir durumdur. Bu değiş-tokuşta daha önceki ilişkilerin bilinç ve bilinçaltındaki birikimlerden gelen ölçütler, rol modeller belirleyici olur. Bu süreç bir okuma-yazma eylemidir. Gündelik konuşmalarda “O sana yazıldı… Ben sana yazıldım” ifadelerini beraberce hatırlayalım mı?
İki şey arasında oluşan bu etkileşim ve ilişki toplum denilen bir okyanusun içinde bir damla gibidir.
Burada “iki şey” kavramına bir parantez açmak isterim. “İki şey” iki insan da olabilir, bir insanla bir başka canlı örneğin kedi, köpek de olabilir.
Ana karnında başlayan oluşumdan ve çocukluktan başlayarak; aile, mahalle/semt tarafından, daha sonra okulda çoğunlukla ezberletilen davranış biçimleri bilinçaltındaki görünmez prangalardır. Bu prangalar, doğanın bir parçası olan insanın hareket serbestliğini kısıtlayarak özgürlüğüne gem vurur.
Bu noktada açıyı genişletirsek herkesin herkesi gözetlediği bir kurumsal yapıyla karşılaşırız. Orwell’in “1984” adlı romanında “Büyük ağabey bizi gözetliyor” diye bir cümlesi vardır. Bu gözetleme ile toplumu yöneten egemen güçler kastedilmektedir. Ve günümüz dünyasında her birey, taşıdığı cep telefonu, çipli kartlar ve sokaktaki kameralarla an ve an izlenmektedir. Egemen güçler sizin nerede olduğunuzu, nerden neler satın aldığınızı çok rahatlıkla bilektedirler.
Orwell’in romanındaki gözetleme artık gündelik hayatımız olmuştur. (Orwell, 1903-1950)
Toplumunda insanların birbirlerini gözetlemeleri ise teknolojinin getirdiği bu takipten çok daha eskidir. Düş-düşün boyut ve derinliği olmayan kapalı toplum döneminde kitleler için en kolay uğraş en yakınındakileri gözetleyerek onlar üzerinde baskı oluşturulması, köy-mahalle ölçeğindeki toplumsal yapıların belirleyici tavrıdır.
Birbirini gözetleyen mahalle sakinleri, kendilerinin çoğunlukla yapmaya cesaret edemedikleri davranışları yapanları
izleyerek toplumun tek tipleşmesini sağladıklarını hiç ama hiç bilmeden göçüp gittiler bu dünyadan. Bugünkü ardılları da aynı tek tipleştirme genini taşıdıklarını hiç ama hiç bilmeden göçüp gidecekler eksik hayatlar mezarlığına.
Bu gözetleyici tavrın türevi olan davranışların günümüz Türkiye’sinde yaşanmasını açıklamak ise hiç de zor değildir.
İnsanlar mahalle yerine site denilen blok apartmanlarda ikamet etseler de sosyokültürel olarak bir dönüşümden henüz geçememişlerdir. Komşular birbirlerini gözetlemeyi kendilerine verilmiş bir görev olarak görmektedirler. Ayrıca o sitede hizmetli olarak görev tanımı yapılan çalışan da kendisine ek bir görev olarak kimin evine kim geliyor diye takiptedir.
Topladığı bilgileri kaç numaralı dairede oturanlara servis edeceğini de iyi bilmektedir şüphesiz.
Toplumda oldukça geniş bir kesimin bir önceki dönem olan köy-mahalle kültüründen gelen davranış biçimleri bilinç ve bilinçaltlarında hâlâ kayıtlıdır. Hep söylerim kentlerde ikamet etmekle kentli ve birey olmak mümkün değildir. İnsanların giyim tercihleri de nasıl yanıltmaktadır bizi değil mi?
Son dönem gözlemlerime geçebilirim artık.
Türkiye’nin turizm başkenti Antalya’nın nezih semtlerinden Lara’da bir sitedeyiz. Bir arkadaşıma akşam yemeği için misafirim. Sofra hazırlıklar için yardım etmek istediğimde, “Aman”, dedi “Pencere tarafına geçme”… Şaşkın bir ifadeyle bakınca devam etti sözüne, “Yan komşum ile mutfak pencerelerimiz karşılıklı. Görmesin seni. Laf olur şimdi…”
İçimden bir ya sabır çektim. Ama yaşadığımız gerçeğin bir parçasıydı söyledikleri.
“Geçenlerde oğlum, gelin, torun bana geldiler. Akşam servisi için gelen hizmetli ‘O kim?’ diye sordu. Ben de ‘A, oğlum o benim…’ diye sert bir sesle cevapladım.”
Evden-aileden, mahalleden, semtten gelen baskılarla yürünen bir ömür, ömürler. Onca travmayla örselenen ruh dünyaları… Tam mutlu oldum, olacağım derken yaşanan hayal kırıklıkları, pişmanlıklar. Daha da daralması prangaların.
İletişimdeki her öznenin geçirdiği deneyim ilişkiyi yeniden kurgulamaktadır. Bu aşama kimin neyi, nasıl yapacağını ee/veya söyleyeceğini belirlemektedir kaçınılmaz olarak.
Toplumların sosyal tarihi, insanların her dönemde bireysel gelişimlerinin tarihidir. Sosyokültürel yapı iletişimin dilini belirlediği gibi gelişmekte olan yeni hayatın da yolunu bilerek veya bilmeyerek daraltmakta, gelişmeye set çekmektedir.
Bu durumun şüphesiz istisnası olan insanlar, bireyleşmiş kişiler de vardır ki gelecek onların ışığıyla aydınlanacaktır. Son söz gibi: “İçinde yaşadığımız evren ile içinde yaşattığınız evren arasında kurabildiğiniz bağ kadar mutlu olursunuz.” Anton Çehov