İki hafta önce Ramazan ayının başlaması nedeniyle Diyanet İşleri Başkanı bir Cuma Hutbesi verdi. Hutbede zina edenler ve eşcinseller günahkar olarak belirtilirken, ayrıca HIV gibi covid gibi hastalıkların da onlar yüzünden yayıldığını ima eden bir konuşma yaptı. Bu ifadelere karşı Ankara Barosu ve İzmir Barosu hemen tepki gösterdi ve açıklamaların bilim dışı ve ayrımcılık olduğu ifade edildi. Baroların sergilediği bu karşı duruşa da iktidar ve dini cenahlardan çok yüksek sesli tepkiler geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir değil birkaç kere, Diyanet İşleri Başkanını eleştirmenin devlete saldırmak olduğunu söyledi ve ardından da Baroların yapısının değiştirileceğini belirtti.

Geçen hafta avukatlık yasa taslağıyla ilgili metinler ortalıkta dolaşmaya başladı. Bu taslaklarda avukatlara kıdem usulü getirildiği, seçimlerde nisbi temsil uygulanacağı, milletvekili seçilen avukatların avukatlık ortağı olabileceği belirtiliyordu. Bu taslak, avukat kamuoyunda büyük tepki topladı. Tepkilerin ardından hem halen TBB koltuğunda yasa dışı bir biçimde oturmaya devam eden Metin Feyzioğlu, hem Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, ayrı ayrı açıklama yaparak böyle bir taslağın gündemde olmadığını açıkladılar. Bu açıklamaların ardından 24 saat geçmeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Baroların seçim sisteminin mutlaka değiştirileceğini, gereken talimatları verdiğini söyledi. Adalet Bakanı böylece boşa düşmüş oldu. Tek adam rejiminde olağan haller budur.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın can siperane savunulması doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan makama Erdoğan’ın verdiği önemi göstermektedir. Diyanet İşleri Başkanı ne söylerse söylesin eleştirilemez, hatta ona yapılan eleştiri, devlete yapılan saldırı olarak nitelenir. Diyanet özellikle son yıllarda her konuda açıklama yapıyor. Açıklamaları da iktidarın daima günlük politikalarına uyacak cinsten. Bu da Osmanlı’daki Şeyhülislamlık makamını hatırlatıyor. Şeyhülislam’da daima Din adına konuşurdu ama fetvaların önemli kısmı politikti. Mesela Osmanlı’da hâledilerek tahttan indirilen 11 Padişah için de Şeyhülislamlardan fetva alınmıştı.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eleştirilmesi, bu yönden iktidar için kabul edilebilir nitelikte değildi. Zaten iktidar meslek örgütlerinden baştan beri hoşlanmıyordu, özellikle Gezi İsyanından sonra ki süreçte TMMOB’un yetkilerini kısıtlamıştı. O dönem iktidara muhalif olan Feyzioğlu, zamanla iktidarın yörüngesine girdi ve devlet uygulamalarını Adalet Bakanlığı’ndan daha çok savunur hale geldi. Bu durum İl Barolarında büyük tepkiye yol açtı ve geçen yıl Feyzioğlu’nun bazı Barolarca istifasının istenmesinin ardından, Kasım ayında seçimli bir Olağanüstü Genel Kurul Toplanma kararı alınmıştı. Feyzioğlu, hukuk dışı bir biçimde bu kararı yok sayarak koltuğuna oturmaya devam ediyor. Ancak Başta Ankara, İzmir, Antalya olmak üzere Barolar durmuyor ve sözlerini yüksek sesle söylemeye devam ediyor. AKP iktidarı, işte bu sesleri bastırmanın yolunu, Baroların seçim sistemlerini değiştirmekte görüyor. Mevcut sistemle TBB seçimlere gitse Feyzioğlu bir daha seçilemeyecek, Barolar daha güçlü bir hale gelecek.

Bu yüzden iktidar Baro seçimlerinde nisbi temsil getireceğiz diyor. Ancak zaten şu anda da nisbi temsil var. Yapılan hesaplamaya göre TBB’de şu anda Tunceli Barosu 22, Ardahan Barosu 24 avukata karşılık bir delegeyle temsil edilirken Ankara ve İstanbul gibi sayıca büyük barolar 300 avukata karşılık bir delegeyle temsil ediliyor. İşte bu nisbi modeli dahi daha adaletsiz bir hale getirmeye çalışıyor iktidar.

Medyanın ele geçirildiği, işçi sendikalarının yandaşlaştırıldığı, patron klüblerinin zapturapta alındığı, sivil toplum örgütlerinin susturulduğu, muhalefet partilerinin Meclis’te işlevsizleştirildiği bir ortamda bağımsız tek ses çıkaran yapılar meslek örgütleri kaldı.

Son koz olarak, olası bir Hilafet açıklamasında tek aykırı ses çıkmasın istiyorlar, herkes boyun eğsin. Diyanet İşleri Başkanı’nın bu tonda savunulması ve Baroların üzerine gidilmesinin bir nedeni budur kanımca…