Türkiye’de bugün hiçbir kesimde adalete güven kalmamış durumdadır. Uluslararası Hukukun Üstünlüğü İndeksinde 128 ülke arasında Türkiye 107. Sıradadır. Yurttaşlara sorulan anketlerde, yargıya güven son 15 yılda %70’lerden %35’lere gerilemiştir. Bugün herkes biliyor ki iktidar karşıtı her eylem ve söz cezalandırılırken, iktidarın hoşuna giden ya da ona yakın olan kişilerin eylemleri “cezasızlık” ile karşılanmaktadır.
Türkiye’nin bugünkü siyasî atmosferine bakıldığında görülmektedir sivil toplum örgütlerinin çoğu susmuş vaziyettedir. İktidarın ele geçiremediği sadece meslek örgütleri kalmıştır. Bunların başında da TMMOB, Türk Tabipler Birliği ve Barolar geliyor. (Türkiye Barolar Birliğini ve Başkanını bu kategoriye alamıyoruz Özellikle son dört yıldır tamamen iktidarın güdümünde hareket etmektedir) Kaldı ki Baroların bile bu süreçte çok eksikleri vardır. Meslektaşlarının tutuklanmalarına, işkence iddialarına olması gerekenden daha az tepki vermeleri, ekonomik ve sosyal haklar konusunda sessiz kalmaları gibi. Yine de hukuki garabetler karşısında diğer kurumlardan daha çok ses çıkarmaktadırlar. Bunun altında yatan neden ise hiç kuşkusuz avukatlığın tarihinden gelen “bağımsız kalma” ve iktidara karşı savunma dürtüsüdür.
Diyanet İşleri Başkanlığı ile Ankara Barosu’nun LGBTİ hakları konusunda karşı karşıya gelmesiyle Baroların hizaya çekilme süreci tekrar gündeme geldi. Yeni formül, Baroları “çoklu Baro sistemi” ile bölmekti. Buna karşı neredeyse tüm Barolar ses çıkardı ve “çoklu Baro” adlı yapının uygulanabilir olmadığı ve faydadan çok zarar getireceği görüşü, Baroların 19 Mayıs ve 1 Haziran metinleriyle ilan edildi. Buna karşın AKP, el altından “bazı Baro Başkanları” ile görüşmeler yaptı. Teklifin hâlâ gündemde olması üzerine 1 Haziran mutabakatının delindiğini düşünen Barolar, eylem kararı aldı. 19 Haziran’da başlayan yürüyüşlerle 22 Haziran’da Ankara’da buluşma, bir yürüyüş sonrası Anıtkabir ziyareti ve TBMM’ye giderek durumu anlatma ihtiyacı hissettiler. Bunu yaparken, baştan sona eylemin sembolik kalmasına özen gösterdiler. Tüm avukatlara çağrı yapılmadı. Sadece Baro Başkanlarının günde 4-5 km yürüyerek dördüncü günün başında Ankara’da buluşmalarına karar verildi. Bu çağrıya 56 Baro uydu. Fakat bu sembolik eylem, Ankara girişinde Emniyet Müdürlüğünce durduruldu. Yürüyüşe izin verilmedi. (Durdurma emrini kimin verdiği hâlâ meçhul)
Ardından Baro Başkanları polis bariyeri içine alındılar. Bariyerle çevrili alana giriş çıkış yasaklandı. İlerleyen saatlerde yiyecek alınmasına bile engel olundu. Oysa eğer bir suç varsa, bariyer içine alınmadan gözaltına alınmaları gerekiyordu, yapılmadı. Avukatlar Ankara girişinde bütün gün ve gece bekletildiler. O gece Ankara’da hava yağışlı olmasına rağmen, çadır ya da tenteye Emniyet Müdürlüğü’nce izin verilmedi. Alan içine sandalye sokulması dahi engellendi ki avukatlar arasında yaşı ileri ve hasta olanlar da vardı. Ankara’nın ayazına karşı Belediye’nin yolladığı battaniyeler gecenin ilerleyen saatlerinde polis tarafından toplatıldı.
Polislerin ortaya koyduğu bu eylemler açıkça suç oluşturmaktadır. Baro Başkanlarına karşı, TCK 94. madde kapsamında “kötü muamele ve eziyet” suçu, ayrıca TCK 109. madde bentlerine göre “hürriyeti tahdit” ve TCK 257’e göre “görevi kötüye kullanma” suçları oluşmuştur. Verilen emirlerin kanunsuz olduğuna dair hukukçuların hiçbir şüphesi bulunmamaktadır.
Anayasa 34. Madde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 11. Maddeye göre barışçıl protesto ve yürüyüşler izne de tâbi değildir, suç da teşkil etmez. Hem AİHM’nin hem Anayasa Mahkemesinin bu yönde verdiği çokça karar mevcuttur. Şüphesiz ki kanunsuz emri uygulayan (bazıları bir hayli işgüzarlıkta yapmıştır) polis memurları da açıkça suç işlemişlerdir.
Daha sonra yapılan uzlaşıyla ertesi gün avukatlar 200 metre yürümüş ve ardından Anıtkabir’e gitmiştir. Zaten Baro Başkanlarının ilk planı da Ankara girişinde en fazla 1 km’lik sembolik bir yürüyüş yapmak ve sonra Anıtkabir’e ve TBMM’ye gitmekti. O zaman engellemenin amacı neydi?
Amaç, Baro Başkanları nezdinde tüm topluma korku yaymak, “Baro Başkanına bile bunu yapan devlet, sıradan vatandaşa neler yapmaz?” düşüncesiyle insanları hak aramaktan vazgeçirmektir.
Bu iki günde Ankara Valiliği ve Ankara Emniyeti’nin işlediği suçlar hayli kabarıktır. Bu yazının yazıldığı gün, AKP avukatlık kanun teklifini diğer partilerle görüşmeye başladığını açıkladı. Yani “Siz eylem de yapsanız, protesto da etseniz biz bu kanunu geçireceğiz” demekteler. Böylelikle avukatlar üzerinde yılgınlık yaratma amaçlanmaktadır.
Yıldırının asıl hedefi ise, avukat sembolü üzerinden tüm halktır.
İktidara soruyoruz: Halkı yıldırmaktan ve korkutmaktan başka elinizde siyasî bir araç kaldı mı?