Hukukun esas maksadının hak ve özgürlükleri sınırlamak ya da kaldırmak değil, onları

korumak ve genişletmek olduğu fikrinin ifade edilmesinin dahi istenmediği zamanları yaşıyoruz. Tamam, kabul edelim, ülkemizde bugüne kadar yeterince ne hukuk ne de yargı oldu. İstisnai örnekler dışında hukuk da, yargı da, kolluk da sorgusuz sürdürülmek istenen insafsız bir mecburiyet düzeninin, eşitsiz yaşam koşullarının aracısı olarak kullanılmak istendi. Dahası, devlet katından gelen her türlü düzenlemenin ve uygulamanın asıl, buna ters düşen yurttaş davranışlarının peşinen suç olarak kabul edilmesi yerleşik hale getirilmek de istendi.

Ne yazık ki bu çok vahim ama aynı zamanda zavallı tablonun hem failiyiz hem de mağduru.

Bu duruma gelinmesinde az veya çok hepimizin payı oldu. Bu sürece kayıtsız şartsız rıza gösterenler de dahil olmak üzere, toplumun büyük bir çoğunluğu gelecek güvencesinin kalmadığını artık yakından hissediyor olmalı.

Pandemi günlerinin uygulamaları ve neden olduğu gerginliği ile beraber işsizliğin, hayat pahalılığının ve gelecek kaygılarımızın önü alınamaz bir şekilde büyümesi, iktidar cenahından gelen toplumu yanıltma ve yıldırma reflekslerini daha da görünür kıldı.

İnandırıcılık, güvenilirlik düzeyini belirleyen bir kriter olarak “hukuk devleti” kavramı ise, siyasi iradenin dilinde ele güne karşı kullanılan bir enstrümandan ibaret kalmış durumda. Zira ne yargıç, ne savunma ne de hukuk güvencesinin bırakıldığı bu koşullarda yargı kararlarının siyasi saiklere göre verildiği hakkında hiç kimsenin şüphesi yok.

“Geleceğimiz”, “yaşam alanlarımız” ve “yönetim şeklimiz”, şahsa münhasır hale getirilmesinin acı sonuçlarını daha da derinden yaşayacağımız çok açık.“Bana ters gelmeyen her şeyi yapmakta özgürsünüz” tablosu çizen bu “şahıs cumhuriyeti”, kabul edelim ki öykünülen Osmanlı’nın, imparatorluk düzeninde sahip olmadığı kadar sınırsız serbestliğe sahip.

Her koşulda kendisine rıza gösterilmesi gerektiği edasıyla atılan adımlar, hiç kuşku duyulmamalıdır ki mevcut yönetim anlayışının toplumu yönetemez hale düştüğünün açık göstergeleridir.

*TUİK tarafından açıklanan ve hepimize aptal yerine konulduğu hissi veren işsizlik ve enflasyon oranları,

*Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasının siyasi iradenin keyfiyetine tabi kılınması,

*Diyanet İşleri Başkanlığı eleştirildi diye Baroların zapt-u rap altına alınacağı açıklamasına dayalı olarak, saçma sapan gerekçelerle uydu barolar yaratmaya yönelik yasa teklifleri,

*Gazeteci, avukat, sanatçı, yazar, iktidar muhalifi çevrelere yönelik uygulanan” kırmızı çizgi” yaptırımları;

*Zamanlama ve bahanesi iktidar çevrelerince belirlenen, yargısız sorgusuz, delilsiz içeri almalar, ceza kesmeler, icabı hal ne gerektiriyorsa ona göre verilen talimatlarla yol alan organlar, kadrolar, olmadı görevden almalar;

*Bu yollarla yaratılmak istenen dikensiz gül bahçesinde kamusal zenginlik kaynaklarımıza, yer altı ve yerüstü değerlerimize yönelik sürdürülen talan politikaları…

*Ve nihayet dünya mirası Ayasofya’nın ibadete açılacağı söylemiyle tabana gönderilen selamlarla bekçilere dahi zor ve silah kullanma yetkisi vererek iktidarın kendisine ihtiyaç duyduğu tahkimat…

Ne acıdır ki içinde bulunduğumuz bu siyasi ve yargısal süreçte açlık grevleri, ölüm oruçları, başvurulan bir itiraz yolu olarak tercih edilmeye başlandı.

Yakın bir geçmişte, ölüm orucu sonucunda 3 sanatçı yaşama veda etti.

Şimdi 2 avukat adil yargılanma hakları ihlal edildiği gerekçesiyle ölüm orucundalar.

Av. Ebru Timtik 161 gündür, ve Av. Aytaç Ünsal 130 gündür, avukatlık faaliyetleri nedeniyle yargılandıklarını ama ağır hak ihlalleri ile karşılaştıklarını, hukuka aykırı delillerle ve siyasi nedenlerle haklarında ceza tayinine gidildiğini açlıklarıyla ve kendi yaşamlarını ortaya koyarak ifade ediyorlar.

Dosyaları Yargıtay’da. Üst mahkemenin itirazları bir an önce değerlendirmesi mümkün.

Yaşam ile ölüm arasında geçen zamana atfedilen ayrıcalık, hiçbir hukuk kuralından veya herhangi bir siyasi nedenden daha önemsiz görülmemeli, hakkıyla hukukuyla yaşamak ve yaşatmak hepimizin önceliği olmalıdır.

Toplum ve hukuku, ayrım yapmaksızın yaşamak ve yaşatmak için var olmalıdır.