Küresel sermayenin devletler ve piyasalar üzerinde sahip olduğu güç, hegemonyacı ve yayılmacı karakteri, toplumsal olanı ret eden, şirket ve özel menfaatleri esas alan politikaları, öngörülen önlemlerin hayata geçirilmesi önünde en önemli engel olduğu biliniyor.
Kamusal otoritenin desteğini de arkasına alarak daha çok kazanma, daha fazla kar, sınırsız güç ve yaygın pazar beklentileri ile hareket eden bu oligarşik yapı, geçmişten bugüne küresel ısınmanın esas sorumlusu aynı zamanda. Bu yaklaşımın öncelikle eşitsiz yaşam koşullarını derinleştirirken, kontrolsüz sanayileşmeyi, hesapsız enerji talebini, çarpık kentleşmeyi, ulaşımda, enerjide fosil yakıt kullanım ısrarını, sınırsız tüketim teşvikini, denetimsiz hayvancılık ve kimyasallara terk edilmiş tarımsal faaliyetleri ve ormansızlaşmaları, kısacası doğal olmayan yollarla atmosfere karışan karbon salımının denetimini büyük ölçüde imkansız hale getirdiğine kuşku duyulmamaktadır.
Bu küçük azınlık, egemenliğinin sürmesi, şatafatlarının ve keyfiyetlerinin kesintiye uğramamasının bedeli olarak kendi dışındakilerini, yaşamın dışına itmekte hiçbir sakınca görmemektedir. O nedenle iklim krizine karşı verilecek mücadele esas olarak, yukarıdan aşağıya bu oligarşik yapıya bağımlı olan, çıkar ilişkilerini sürdüren; toplumcu ve kamusal beklentileri bertaraf etmek isteyen, yaşam alanlarımıza göz dikenlere karşı olmalıdır.
Birleşmiş Milletler (BM) Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)'nin 4 Nisan'da yayımladığı rapora göre, dünya genelinde enerji üretimi ve tüketiminde fosil yakıt çağı mutlaka sona ermelidir. Kömür üretimi ve kullanımı kalıcı olarak terk edilmeli, kömürlü termik santrallerin devre dışı bırakılarak temiz enerji kaynaklarına yönelmelidir.
Gelin görün ki fosil yakıtların hızla terk edilmesi konusunda etkin ve güvenilir yollar hala tartışmalı haldedir. Raporda seyahat, beslenme, barınma alanlarındaki enerji taleplerinin azaltılması ve düşük karbonlu yaşamın teşvikinin sağlanması gerektiği belirtilmektedir. Ama iklim değişikliğiyle mücadelenin yüksek maliyetli olduğu savıyla zaman kaybına neden olan çevreler var. Oysa raporda erteleme söz konusu oldukça önlem alma maliyetinin daha da arttığı ortaya konulmaktadır. Ve ne yazık ki hala fosil yakıtlara daha fazla finansman ayrılıyor ve hükümetler fosil yakıt sübvansiyonlarına hız kesmeden devam ediyorlar.
IPCC' raporunun can alıcı noktası, kişi başına en yüksek salıma sahip hanelerin yüzde 10'u, hane halkı tüketiminden kaynaklanan sera gazı salınımlarının yüzde 45'inden sorumlu. Yani dünyanın en zenginlerinin tüketimlerinin dünyaya ve insanlığa verdikleri zararın önüne geçilmesi durumundan neredeyse %50 oranında avantaj elde edilecek. Ancak bu çevrelerin ne yüksek refah düzeylerinden ne de yaşam standartlarından vazgeçme niyetlerinin olmadığı ortada.
Önerilen yenilenebilir enerji kaynakları olarak Güneş Enerjisi, Rüzgâr Enerjisi, Jeotermal Enerji, Hidroelektrik, Biyoenerji, Okyanus Enerjisi mevcut enerji ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu biliniyor. Aynı zamanda bugünün enerji yoğun kültüründe, hiçbir teknolojinin çevreye sıfır zararlı olmadığı tespitleri de söz konusu. Küresel ekonomik sitemin kar amacı alternatif enerji alanında da geçerli. Söz konusu teknolojik değişimler üretimin ve servetin artmasına katkıda bulunmak üzere kullanılıyor. Aşırı tüketim teşviki, kaynakların eşitsiz dağılımı, toplumun değil piyasanın ihtiyaçlarının esas alınması ve bunlara bağlı olarak bölgesel savaşlar, salgın hastalıklar, yoksulluk, ırkçılık, istismar, ayrımcılık, göç, dışlanmışlık, çevresel etkisi düşünülmeyen yatırımların sürmesi “yeşil enerji” atılımlarının sonuç vermeyeceğini ortaya koyuyor.
Hiç kuşku yok ki esas olan doğaya uyumlu, eşitlikçi bir ekonomik modele sahip olabilmek. Halihazırda egemen olanın sürdürdüğü politikalar ve düzenlemeler onun egemenliğini pekiştirmeye yarıyor. Sorunumuz daha fazla konfor ve daha fazla kar değil, doğa ile barışık olmak ve doğa ile birlikte sürdürülebilirliğin sağlanmasıdır.
Bu hedeflere ulaşma için yerellerden başlayarak küresel bir dayanışmaya ihtiyaç olduğu çok açık. Dünyayı esaret altında tutan bu oligarşik yapıya karşı güçlü bir karşı çıkışla neo liberal politikalara son vermekten başka bir seçenek görülmüyor.