Küresel iklim değişikliği nedeniyle yaşanan kuraklık, Ege Bölgesi, Güney Doğu Anadolu Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesi kadar olmasa da, Akdeniz Bölgesi’nde de kendini gösteriyor. Antalya’da, özellikle Korkuteli, Elmalı, Gazipaşa, Alanya ve diğer ilçelerimizin bazı köy veya mahallelerinde, verimli topraklarımızı besleyen su kaynaklarının azalması veya kuruması nedeni ile çok önemli ürün kayıpları yaşanıyor.
Ülkemize baktığımızda ise, şu anda Güney Doğu Anadolu çiftçisi, hububat üretiminin yüzde 80’nini kaybetmiş durumda. İç Anadolu’daki üreticiler ise, ürünlerinin büyük bölümünü hasat edemeden, tarlalarını sürmek zorunda kaldı. Türkiye’nin en verimli topraklarının olduğu Ege Bölgesi’nde, bu verimli toprakları besleyen Büyük Menderes nehri kurudu. Aydın Valiliği ‘Kısıtlı Sulama Programı’ başlatarak kuraklıktan büyük zarar gören çiftçilere destek olmaya çalışıyor ama bunun nafile bir çaba olduğunu herkes biliyor.
Ülkemizin değişik yerlerinde, suyu kısıtlı olarak verme çalışmalarının yanında, üreticilerimizi çok su isteyen ürün yerine daha az su isteyen ürünlere yönelten çağrılar yapılıyor. Yapılan bu çağrıların, kaybedilen ürünleri yerine getirmeyeceğini bilen çiftçilerimiz ise doğal olarak devletin kendilerini desteklemesini bekliyor.
Peki, üreticilerimiz bu beklentiler içindeyken devletimiz ne yapıyor?
Aslında hiçbir şey yapmıyor.
1-Kuraklığın etkisini ve verimde yaşanan düşüşleri azaltacak politikalar üretilmiyor.
2-Son yıllarda giderek azalan çiftçi sayımızın daha fazla azalmaması için gerekli tedbirler alınmıyor.
3-Tarımda ithalat politikası sürüyor. Böylece kendi üreticimizin yerine başka ülkelerin üreticileri desteklenmeye devam ediliyor.
4-Milli Tarım Politikası adıyla sunulan proje kapsamında hiç bir adım atılmıyor.
5-Özellikle küçük çiftçilerin içinde bulunduğu darboğazı ortadan kaldırmak için gerekli devlet destekleri verilmiyor.
Devletin kuraklık sorununu aşmak içinse aşağıdaki projeleri hayata geçirilmesi gerekiyor:
1-Mevcut tarımda, su kullanımını damla sulamaya çevirmek için çiftçiye gerekli destek verilmelidir.
2-Akarsularımızın denizlere dökülmesini önlenmek için, su yataklarına zarar vermeyecek şekilde, yer altına büyük su havzaları oluşturmalıdır.
3-Akarsularımızın suyunun bir kısmını mevcut en yakın göllere veya göletlere pompalayarak korumak ve bu suları ihtiyaca göre dağıtmak gerekmektedir.
4-Evlerdeki su kullanımının azaltılması amacıyla, yazılı ve görsel basında, halkı bilinçlendiren yazılara ve programlara yer verilmelidir
5-Şehirlerin sokaklarından boşa giden yağmur sularını ve binalardan akan suların depolanmasını sağlayan projeler üretilmelidir.
6-Evlerde ve iş yerlerinde kullanılan suların arıtılmak suretiyle ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılması sağlanmalıdır.
7- Deniz suyu arıtma tesisler kurulmalıdır.
Kısaca; tüm bu önlemleri ve geliştirilecek projeleri hayata geçirmek için sevk ve idareyi tek bir merkezde toplamak zaruridir. Mevcut durumda birçok kurum, kuruluş ve bakanlık tarafından müdahale edilen suyun kontrolü çok zor. Bakanlıklar olsun, diğer kamu kurum ve kuruluşları olsun suyun kontrolü noktasında yaptıkları çalışmalar hakkında birbirlerinden haberdar olduklarını da düşünmüyorum.
Sonuç olarak, bütün su işlerini bir merkezde toplayan, kontrol eden bir bakanlık kurulması şarttır. Adı da Su İşleri Bakanlığı olabilir.
Dünyada, tarım sektörünün yüzde 85’ini küçük aile şirketleri oluşturuyor. Kalan yüzde 15’in yüzde 10’u büyük aile işletmeleri, yüzde 5’i ise büyük holdinglerin profesyonel yöneticileri tarafından yönetiliyor. Bu holdinglerinde yüzde 3’ü ABD’de, kalan yüzde 2’si ise dünyanın diğer ülkelerinde yer alıyor. Bu bilgiler doğrultusunda devletimizin de, küçük çiftçileri destekleyecek politikaları bir an önce hayata geçirmesi gerekiyor.
Yaşadığımız bütün bu sıkıntıları aşabilmemiz, Türkiye’yi tekrar ‘Kendi Kendine Yeten Bir Tarım Ülkesi’ haline getirebilmemiz için yeni projeler üretmemiz ve bu projeleri bir an önce hayata geçirmemiz gerekiyor. Yoksa gelecekte bizi, açlıkla kıtlıkla yüz yüze geleceğimiz günler bekliyor.