Ekosistemi görmezden gelen, insanı merkeze almayan, arkasında bıraktığı çöküntülere aldırış etmeden yoluna devam etmek isteyen bu buyurgan yönetim anlayışı artık son bulmalıdır. Kapitalizm, neo liberalizm, küresel sermaye düzeni, adına ne dersek diyelim, bu sermaye dünyasının beklentileri ile insani koşullarda yaşamak isteyenlerin kaygılarının ortaklaşmasının eşyanın tabiatına aykırı olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bir tarafta her ne pahasına olursa olsun kendini yeniden üretmek, her türlü piyasa hareketini kendi öngörülerine göre değerlendirmek isteyen bir sermaye hareketi, diğer tarafta bağımlılık ilişkilerinden bunalan eşitlikçi, özgürlükçü ve barış içinde sağlıklı bir hayat arayışı içinde olan insanlık… Kuşkusuz iki taraf ta insan türünün mensubu ama aidiyeti, hayata bakışı ne olursa olsun, iktidar katında yetki ve söz sahibi olanlarının başkalaştığı, çevresine karşı yabancılaştığı, gerektiğinde gayri insani tutumlar almayı becerebildikleri ölçüde varlıklarını sürdürebilir hale dönüştüğü bir ayrışmadan bahsediyoruz. Bir tarafta insanlık ayrışması, diğer tarafta virüsün mutasyona uğraması ile oluşan hastalık salgını. Hepimiz COVİD-19 isimli ölümcül salgın hastalıkla mücadele veriyoruz ama aynı şartlarda değiliz. Her sıradan insanın anlayabildiği gibi Covid-19 salgın hastalığını asgari can kaybıyla atlatabilmemiz için, 1- Geldiğimiz aşamada hayati üretim ve tedarik zincirleri hariç diğer üretim, dolaşım ve tüketim çarkının bir süreliğine durması, 2-Önleyici olduğu kadar, müdahale ve tedavi edici sağlık birimlerin olabilecek en üst düzeyde donanım ve güvenliğe kavuşturulması, 3- Kapalı veya açık mekanlarda teması sınırlamanın, evde kalmanın, kalabalık ortamlarda bulunmamanın maddi koşullarının sağlanması, yani iş güvencesi, maddi destek, en temel ihtiyaç maddelerinin ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz karşılanması, savunmasız güçsüz, korunaksız kişilerin sahiplenilmesi gerekiyor. İnsanlığın bu hedeflerinin gerçekleştirebilmesinin yegane yolu devlet organlarını/ kamu otoritesini sevk ve idare eden siyasi iradenin bu sorumluluğu yerine getirmesidir. Zira meselenin tek tek kişilerin niyet ve tutumlarına göre değil, bütün bir toplumun bilim ve akla uygun olarak ortak hareketinin sağlanması ve bu amaçla kamusal kaynakların seferber edilmesidir. Pek çok devlet, gelişmişlik düzeylerinin avantajları ile yurttaşlarına karşılıksız maddi destek sağladı. İş güvencesi verdi. Kimsenin açıkta ve korumasız kalmamasının yol ve yöntemlerini ortaya koydu. Ülkemizde bu sistemin cisimleştiği siyaset figürü ise, sermaye dünyasını kayıtsız şartsız destekleyen kararları hızla uygulamaya geçirirken, dar ve sabit gelirlilere, emeği ile geçinenlere, işsiz, yoksul ve yardıma muhtaç olanlara karşı ayak sürüdü. Göstermelik, kapsayıcı olmayan ve sembolik desteklerle yetindi. Bu da yetmiyormuş gibi onlar için bağış kampanyası düzenleyerek trajik komik ama aynı zamanda kritik bir aşamaya geldiğimizi ortaya koydu. Böylesi günler için ayrılan ödeneklerin, fonların başka amaçlarla içinin boşaltıldığı, daha önceki toplanan bağışların amacına uygun kullanılmadığı, kamusal harcamaların her seferinde nemalanma aracı olarak kullanıldığı, şu günlerde dahi tartışmalı, çevresel etki değerleri olmayan ihaleler yapılması, yeni yatırımlara başlanması, sit alanlarını imara açmak üzere yasa değişikliklerine gidilmesi, toplum sağlığı için ceza indirimi, infaz erteleme düzenlemelerinde ayrımcılık yapılarak iktidar muhaliflerinin salgın hastalık karşısında korumasız bırakılmak istenmesi, kayyum atamalarına devam edilmesi, belediyelerin yapılan bağışlar nedeniyle yasa dışı yollarla hesaplarına bloke konulması gibi atılan her adımda öncelikle toplumun bütünlüğünün değil, iktidar çevresinin, dolayısıyla sermaye düzeninin bek’asının öncelendiği apaçık ortaya çıktı. Bütün bu gelişmeler bilim ve akıldan ziyade tek adam yönetiminin siyasi tercihlerini yansıtıyor. Üstelik salgına karşı geç harekete geçmek , safsatalarla oyalanmak, Umre ziyaretçileri ve cami uygulamalarında olduğu gibi siyasi taban kaygısı, siyaset malzemesi olarak oradan oraya taşınan göçmenler, asker uğurlamaları, terhisler ve nihayet şeffaflıktan uzak güven duygularını zayıflatan uygulamaları da önlemlerin yeteri kadar etkin alınamadığını göstermiş oldu. Son günlerde merkezi yönetimin muhalif yerel yönetimler üzerinde baskıcı ve engelleyici tutum içine girmesi dayanışma içinde, etkin, kararlı ve yaygın önlemler alınmasında engel oluşturmaktadır. Bütün bu gelişmelerde ortaya koymaktadır ki bizi öldürecek olan kapital sevdası ve onun iktidarını kollama aymazlığından bir an önce sıyrılmamız gerekmektedir. O nedenle bilim kurulunun da önerdiği gibi yerellerde oluşturulacak salgın izleme ve değerlendirme kurullarında başta Tabip Odaları olmak üzere en geniş demokratik katılımın sağlanarak toplumdan yana inisiyatif geliştirilmesi zorunluluk haline gelmiştir.