Seçim sonrasında hızlıca CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu tartışmasına girdik. Başarılı mı, başarısız mı, istifa mı etsin, kadroları mı yenilesin, vb…

Oysa ne yapmıştı Kılıçdaroğlu?

Hazırladığı program ve sağladığı siyasal ortam ile toplumun yarısının desteğini almıştı.

Peki, neyi yapamamıştı Kılıçdaroğlu?

O kahrolası (!) +1’i alamamıştı. Bazı köşe yazarlarının da dediği gibi, “hiçbir mazeret, başarının yerini tutamaz”

Oysa, durum tersi olsaydı ve +1’i Kılıçdaroğlu kazansaydı, bugün ben de dahil, hiç birimiz bunları konuşuyor olmayacaktık.

Bu +1 yüzünden, aslında kazananı olmayan bir süreç yaşadık.

Bu durumda, sadece Kılıçdaroğlu değil, onunla birlikte yürüyen %48 de başarısız olmuştu. Esas öfke de buna sanırım.

Peki, başarının koşulu nedir?

+1’dir.

Gelin, bu +1 ve bunu alma koşullarını bir tartışalım önce.

+1 dediğimiz olgu, demokrasi sürecinin en arkaik kavramıdır belkide. Çünkü +1 mutlak çoğunluğa dayanır. Fakat genelde insanlık, özelde uygarlık tarihi mutlak çoğunluğu geride bırakalı epeyce bir zaman oldu. En yakın tarihli ‘mutlak demokrasi’ kavramı, Aydınlanma döneminin başlangıcında kullanıldı, sonra orada da evrilmeye başladı. ‘Katılımcı demokrasi’ üretildi örneğin. Platon’dan beri tartışılan, demokrasi katılımcılarının niteliği, fersah fersah yol katetti. Demokrasi katılımcılarının, yani en basit tanımı ile oy verenlerin niteliği, herhangi bir alanda tercihlerini ne kadar bilinçli ve sağlıklı yapabildikleri konuşuldu, tartışıldı. Daha da önemlisi, oy verenlerin bilinç ve tercihlerini geliştirmenin ve toplumun önünü açmanın yolları arandı. Bu çabalar sonucunda katılımcı demokrasi ve onun olmazsa olmaz koşulu, nitelik geliştirildi.

Dün okumuşsunuzdur. RTÜK, Çiğdem Toker’in Fox TV’de “demokrasi sadece sandık değildir” sözlerinden dolayı ceza verdi. Aslında Çiğdem Toker, yukarıda özetlenen düşünceyi ifade etmişti. Ancak muktedirler, iktidarlarının kaynağı olan, meşruiyeti denir mi bilmiyorum, bu +1’e yaslanarak cezayı kesiverdiler.

21 yılıdır süregelen AKP iktidarında hepimizin dikkatini çeken konu başta eğitim olmak üzere kültür yaşamımızdaki gerilemedir. Aydınlarımız ‘entel, dantel’, nitelikli diplomatlarımız ‘monşer’, dünya çapındaki sanatçılarımız ‘sanatçı müsveddesi’ adı altında itibarsızlaştırılmakta; buna karşılık sürekli kutsanan bir arabesk ya da gerçekle ilgisi olmayan abartılı tarih vurgusu öne çıkarılmaktadır. Gerileme o noktaya gelmiştir ki, benim kuşağımın hazzedemediği ‘Recep İvedik’ tarzı komedilere bile tahammül kalmamıştır.

İşte bu gerileme, bilinçli olarak körüklenmektedir. Çünkü +1, sığlaştırılmış, yaşamı sadece iş ile mutfak arasına indirgemiş insanlar yığınından alınabilir. Bu yığınlar olduğu sürece çoğunluğun azınlığa tahakkümü sağlanabilir. Bunun alternatifi olan, azınlığın çoğunluk olma hakkı, +1’in silikleşmesine, niteliğin artmasına ve demokrasiye +1 dışında, başka bileşenler eklenmesine yol açacaktır, ki bu da iktidarın işine gelmez.

İktidarın işine ancak ve ancak +1 gelir.

+1 olursa işçi hakları olmaz.

+1 olursa İstanbul sözleşmesi olmaz.

+1 olursa 6284 sayılı kadın haklarını koruyan kanun olmaz.

+1 olursa toplumsal eşitlik olmaz.

Peki, ne olur +1 olursa?

Örneğini bugünlerde gördüğümüz bol miktarda tarikat devlete egemen olur.

Bir tarikat şeyhi çıkıp da “biz demokrat değiliz, şeriatçıyız” der.

Ekonomide bilimin kuralları yerine ‘nas’ geçer.

İlk ve orta öğretimde ‘manevi danışmanlık’ adı altında, imamlar atanır.

Ne olup ne olmayacağının örneklerini siz çoğaltın isterseniz.

Şimdi, bu tartışmanın ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir daha eleştirelim.

Örneğin, +1’e teslim olmanın önünü açtığı için eleştirelim. Recep Tayyip Erdoğan’ın Anayasa’ya aykırı olarak 3. Defa seçime girmesine sessiz kaldığı için eleştirelim.

Laiklik, devletten kapı dışarı edilirken hem kendisi hem partisi hem de toplumu edilgen konumda tuttuğu için eleştirelim.

Geçmişte pek çok milletvekilinin uğradığı, bugün de Can Atalay’ın aynı nedenle hala TBMM’de temsil görevine başlayamadığı, dokunulmazlıkların kaldırılması konusundaki tavrı ile eleştirelim.

2017 referandumunda yaşanan mühürsüz oyların geçersiz sayılmasına karşı, insanların demokratik hakkını kullanmasının önüne set çekmesi ile eleştirelim.

Hepsinden de önemlisi, ülkenin yakıcı bir şekilde sol programa ihtiyacı varken; sol program ama söylem değil, sağ düşünce sağ programa alabildiğine kapıları açarken, bırakın sol programı, ‘sol’ sözcüğünü kapı dışarı etmesini eleştirelim.

Evet. Bunları ve çok daha fazlasını program olarak eleştirelim.

Ama gözünüzü seveyim, +1 için eleştirmeyelim.