Tarımsal veriler, artık güncel siyasetin bir parçası olmaktan çıktı. Ulusal ve uluslar arası gelişmeler, salgınlar, savaşlar ve iklim değişiklikleri, çok yakın bir tarihte üretmeyen ülkelerin yok olacağını somut olarak ortaya koymaya başladı.

İçeriğini çok anlamadan kullandığımız, “Gelecekte su savaşları yaşanacak” cümlesine, gıda savaşlarını da ekleme zamanı geldi çattı. Pandemi ve savaş koşulları da gösterdi ki, özellikle tarımsal ürünlerde kendi kendine yetemeyen ülkeler, bu eksiğini tamamlayabilmek için uluslar arası platformlarda taviz vermek zorunda kalacak.

Üretelim üretmesine de, artan girdi maliyetleri ortadayken nasıl üreteceğiz?

Çiftçiye “Üret” demek zor. Gübre, mazot, enerji, ilaç, işçilik gibi sürekli artan ve nerede duracağı kestirilemeyen kalemler nedeni ile zarar edeceğini bile bile üretim yapmak kolay bir karar değil. “Zarar edersin, üretme” demek de gayri milli bir duruş olur. Maliyetler ile geçim derdi arasında sıkışan üreticinin, üretmekten başka da şansı yok gibi.

Üretmek için şansını zorlayan insanlara verilen desteklerin artırılması şu anda istenebilecek en makul talep olsa gerek. Gıda ürünlerindeki KDV’nin yüzde 8’den yüzde 1’e düşürülmesi bu anlamda iyi bir adım olarak görülebilir. Yüzde 400-500 artan ve artık çiftçinin nefes almasını bile zorlaştıran bazı gübre fiyatlarında yüzde 30’a varan indirimler yapılması göstermelik de olsa olumlu bir adıma benziyor. Bazı hayvan yemlerinde uygulanan yüzde 12’lik indirimleri de olumlu adımlar kategorisinde değerlendirebiliriz. Yakın tarihteki bu indirimler, çok anlam ifade etmese de başlangıç olarak kabul edilebilir. Umarız devamı gelir.

Tarım sektörünün sorunları hep vardı. Ama son dönemde kartopu çığa dönüştü ve önlem alınamaz hale geldi. Bu yüzden küçük hamleler hissedilmiyor bile.

Antalyalı ihracatçıların Rusya ve Ukrayna’ya gönderdiği tarım ürünlerinin yağmalanması, sınır kapılarında heba olması nedeni ile tespit edilebilen zarar 16 Milyon Dolar. İki ülkede yaşanan gelişmeler nedeni ile ihracat durunca iç piyasada arz fazlası oluştu. Bu da iyatların düşmesine, çiftçinin maliyetlerini bile kurtaramaz hale gelmesine neden oldu.

Evet pandemi var, savaş var... Üretim de, ihracat da oldukça sıkıntılı. Bu şartlarda üretmek her zamankinden daha zor. Üretmek çok zor, ürettiğini değerinde satmak çok daha zor. Ancak Türkiye’nin tarımsal üretimde kendi kendine yeten ülkeler arasına tekrar girme zorunluluğu da var.

Kendi içimizdeki kısır çekişmeleri bir kenara bırakmak ve üretmek, iç piyasadaki fiyatları düşürmek ve ihracatta yeni adımlar atmak gibi zorunluluklarımız var. Devletin geç de olsa, yetersiz de olsa yaptığı indirimlerin artırılmasının yolları aranmalı. Daha az maliyetle daha çok katma değer sağlayan ürünlere ağırlık verilmeli.

Sektörün tüm paydaşlarının bir araya gelerek, kısa, orta ve uzun vadeli tarım master planlar hazırlaması için uygun zemin hazırlanmalı.

Çünkü Dünya’nın gittiği yeri görmek için ileri görüşlü olmaya gerek yok; Gelecekte üretmeyenler tükenecek. Toprağı, güneşi, suyu, işgücü ve coğrafi konumu gereği Türkiye’nin ve özellikle Antalya’nın üretmek dışında seçeneği yok.

İthalat ile terbiye edilmemek, başka ülkelerin insafına kalmamak, bizden sonraki nesillere bağımsız bir ülke bırakmak için üretmek zorundayız.

Koronavirüs, etkisini tam olarak kaybetmediği için, ekonomik krizi gündemin merkezine alamıyoruz. Virüs illeti gündemden çıktıktan sonra bambaşka bir Dünyaya uyanacağız. TÜİK verilerine göre bile yüzde 54 olarak açıklanan ve normalde daha fazla olduğu bilinen enflasyonun bedellerini daha çok acı çekerek ödeyeceğiz.

İşsizliğin, azalan alım gücünün, gıda güvenliğinde dışa bağımlılığın önüne geçebilmenin tek yolu; zor da olsa, acı da verse üretmek. Geç de olsa, devlet-millet işbirliği ile asıl gündemimize dönmek zorundayız. Çünkü önümüzdeki süreçte gıda güvenliği, ulusal güvenlik meselesi olacak.