Acılar dinmiyor, enkazdan sağ kurtulan canlar bile teselli etmiyor artık. Kaç kişinin hayatını kaybettiği, enkaz altında kaç kişinin daha çıkacağı ile ilgili tahminde bulunmak çok zor. Her afetten sonra olduğu gibi bir olmaya, güçlü olmaya ve yardımlaşmaya gayret gösteriyoruz. Zaten yapacak başka bir şey de yok.
Olayın üzerinden biraz zaman geçtikten sonra daha sağlıklı düşünüyor insan. Sağlıklı düşündükçe de yaşananlara anlam vermekte zorlanıyor. Biraz daha fazla para kazanmak için insanların ölümüne neden olanlar, bunlara göz yumanlar ve muhtemelen biraz zaman geçtikten sonra yine aynı hayata devam edecek figürler sıradanlaşmış hayatımızda.
“Depreme dayanıklı” diye birkaç yıl önce satılan mezarlar, rezidanslar ve gösterişli yapılar meğer yalanmış. İnsanlara para ile kabir satılmış.
Belki de acının tazeliği nedeni ile anlam vermekte zorlanıyor insan. Acaba, “Bal tutan parmağını yalar” sözünü anlamlı ve özlü bir söz olarak algıladığımız için mi bu bedeli ödedik?
Veya “Devletin malı deniz, yemeyen keriz” sözünü içselleştirdiğimiz için mi devleti ve milleti soyanları akıllı zannettik?
Dolandırıcılığın neredeyse sıradan bir meslek haline geldiğini kanıksadığımız için belki de “Yemeyenin malını yerler” sözü hayatımızda bu kadar yer etti.
Deprem felaketi yaşanmasa muhtemelen bu sorgulamaları yapıyor da olmayacaktır. Doğru yatırım yapmayı teşvik etmek için hayatımıza giren “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” sözünü de menfaatçilere bıraktık.
Emeğiyle, alın teriyle kazanmak yerine yalancılıkla kazananların “Söz gümüşse sükût altındır”, hazıra konanların daha akıllı işi yaptığını bünyemizde sindirdiğimiz için de “Komşuda pişer, bize de düşer” sözünün anlamını değiştirdik.
Her biri toplumsal dayanışma ve yardımlaşma içeren özlü sözlerimiz bile evrim geçirmiş.
Belki de bu nedenle sel, çığ, orman yangını, deprem gibi afetlerden sonra çok iyi yardımlaşıp, olay soğuduktan sonra yeni bir afeti bekliyoruz.
Bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir Dünya bırakmayacak kadar bencil yaşayarak bizden sonrasının tufan olmasını umursamıyoruz.
Doğanın kendisi ile oynayanı affetmediğini unutuyoruz, bir gün mutlaka bedel ödeteceğini hatırlamak istemiyoruz. Bedel böyle ağır onluca çaresizce bir olmamız gerektiğini hatırlıyoruz.
Aslında adım adım yozlaştık, benliğimizden uzaklaştık ve göçtük. Bir sonraki afete kadar da ders almamaya özen gösterdik.
Ama bu kez gerçekten göçtük.