Fetih ve Kılıç hakkı anlayışına göre siyaset yapılması, kontrol altına alınan her değerin ganimet olarak görülmesi sonucu doğuruyor.

Siyasi iradenin Antalya il temsilcilerinin bir süre önce Kesik Minare ile ilgili açıklamaları bu yaklaşımlarının bir örneği olmuştur;

“… Kesik Minare de, Ayasofya gibi "kılıç hakkı" olarak görülmelidir. Türklerin Antalya’daki egemenlik göstergesi olarak camiye çevrilmiştir. Dünya bilmeli ki Selçuklu fethi ile Akdeniz 814 yıldır bizim evimizdir. Fetih yıldönümünde medeniyetimiz ve milletimiz için bu anlamlı eserin açılışını yapacağız..” ifadeleri basında yer almıştır.

Bahsedilen alan, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri boyunca, tapınak, bazilika, kilise ve cami olarak kullanılmıştır. Tarihsel ve kültürel bir varlık olması nedeniyle “açık hava müzesi” olarak düzenlenmesi kararı bulunmaktadır.

Ayrıca kent için simgesel bir değeri bulunan bu alanın cami olarak faaliyete geçirilmek istenmesine kent dinamiklerince itiraz edilmiştir.

Antalya Müftüsünün, itiraz edenleri hainlik, inkarcılık ve İslam dini karşıtlığı ile suçlaması ise, “iktidar, din, kamusallık” ilişkisini ortaya koyan başka bir örnek olmuştur.

Kesik minarenin 18. yüzyıl sonunda yanan ahşap minaresinin gerçekten bir ihtiyaca dayalı olarak yenilenmesinin ve cami olarak kullanıma açılmasının söz konusu olmadığı herkesin malumu olsa gerek.

Zira bu alan Cumhuriyet tarihi ile birlikte resmi kayıtlarda, dünya turizm literatüründe ve kenti tanıtan görsellerde simgesel bir nitelik kazanmıştır.

Bu haliyle kent belleğinde önemli bir yeri vardır ve kent planında korunması gereken bir alan olarak işaret edilmiştir. O nedenle içinde bulunduğumuz “milli ve yerli” konjonktürün müteahhitlik kriterleri ile evrensel değerlere “külahı ters giydirmek” niyetiyle hareket edildiği de artık yeterince anlaşılmış olmalıdır.


“Minare de doğru ama içi eğri” atasözü ile anlatılmak istenen “göründüğü gibi olmayan gelişmelerin, düşünce ve davranışların”, etraflıca üzerinde durulması kamusal hak ve özgürlüklerimiz için kaçınılmazdır.

AKP iktidarı, tek adam yönetimi ile birlikte sınırsız bir yetki ve keyfiyet içinde, iktidarı ele geçirmenin nişanesi olarak, kendi söylemlerinin, hayatın yegane belirleyicileri olmasını istiyor.

Bu amaçla içi boşaltılan kamusal kurumlarda iktidar güdümünde hareket edilmesinin sağlanması ve cezasızlık politikalarıyla da kamu otoritesini kötüye kullanılması artık olağan hale getirilmiş durumda.


Diyanet İşleri Başkanlığının siyasette, ticarette, yargıda, sosyal hayatta dini referansların etkin hale getirilmesi çalışmalarında üstlendiği rol de bu sürecin bir sonucu.

Ancak unutulmamalıdır ki laiklik akılla, aklın egemenliği ile ilgili bir yaklaşımdır.

Tarihsel olarak laiklik, ortaçağ kalıplarının ve dayatmalarının aşılarak, özgür insan aklına dayalı gelişim, değişim koşullarının sağlanması mücadelesinin bir ürünüdür.

O zamanların burjuvazisinin, özgür akla, çoğulculuğa, eşitlikçi düşüncelere, kardeşçe bir arada yaşama taleplerine tahammül gösteremez hale gelmesi, artık bu kazanımların gözden düştüğü anlamına gelmemektedir. Aksine, Muhatabı olduğumuz adaletsizlikler, yoksunluklar ve dışlanmışlıklar her zamandan daha fazla özgürlük, eşitlik ve kardeşlik fikrine ihtiyaç duyulması sonucu doğurmaktadır.


Hiç kuşku yok ki mevcut egemenlik ilişkileri hepimizi ekolojik sistem ile birlikte ölümlerden ölüm beğenecek bir duruma getirmiştir. Bu koşullarda toplumsal rızayı sağlama yol ve yöntemleri ise bir insanlık sorunu haline gelmiştir. Cinsiyetçilik, dincilik, ırkçılık ve gücü gücüne yetmek, zenginlik kaynaklarına el koymanın, yaşam biçimlerimize müdahale etmenin başlıca bahaneleri arasında yer alıyorlar.


Bu nedenle tıpkı Kesik Minarede olduğu gibi 2000 yıllık tarihin üzerine beton dökülür gibi toplumsal yaşantımızı da kalıba sokmak istiyorlar.

Çoğulculuğu, çok sesliliği, çok kültürlülüğü yok ederek, demokratik koşulları ortadan kaldırarak, kulluk ilişkilerini, biat kültürünü toplumsal yaşama egemen kılmak istiyorlar.

Sanıyorlar ki tekçilikle, tek adam yönetimiyle, tek taraflı kararlarla, tek yanlı icraatlarla; tek başına iktidarda kalmak, tek bir hayat tarzıyla hüküm sürmek mümkündür.

Oysa ne bir dine, ne bir ırka, ne de zora dayalı hiçbir yönetim anlayışı kendi dışındakilerini değersizleştirip önemsizleştirememiş, yok edememiştir. Ama bu yöntemlerin hepsi eşitsiz yaşam koşullarının sürdürülmesinin birer aracı olarak kullanılmışlardır.

O nedenle Kesik Minare ile ifadesi bulan kültürel varlıkları kendi bütünlüğü içinde koruyarak, yaşatarak ve aynı zamanda fetih, kılıç hakkı gibi kavramları müzelik hale getirmek hepimizin ortak hedefi olmalıdır.