Geçtiğimiz Ağustos ayıydı. Akşam saat 22.00 sularında bir grup arkadaşla yürüyorduk. Bir yavru kedi, yürüyüşün başından itibaren bize eşlik etti. Yavru kedinin yaşam alanının dışına çıkmıştık, o hala bizimle geliyor, bir yandan da bana sırnaşıp duruyordu.

Sonunda dayanamadım, “gel kız” dedim. “Herkes rızkı ile gelir.”

Ben o sokak kedisini eve almaya karar verince, yürüyüş yaptığımız arkadaşlardan birisi de, “adı Çırpı olsun. Baksana şunun çelimsiz haline” deyiverdi.

Hiç beklemedim bir anda bir kediyi sahiplenmiştim. Üstelik de adı çoğunluk kararı ile verilmişti.

‘Çırpı’

Yavru kedinin çelimsiz hali, birden kendisine isim olmuş, kimliği haline gelmişti.

Sonrasında Çırpı ile çok maceramız oldu.

Benim evim dördüncü katta.

Oradan iki kere düştü örneğin. Sonra yine birbirimizi bulduk.

Maceralarımızın her biri ayrı bir yazı konusu, yeri geldikçe yazarım.

Ama bugünlerde bizim Çırpı yeni bir alışkanlık edindi.

Evin mutfak balkonu, karşı binanın çatısına bakıyor. Bulaşık makinası da, balkon kapısının hemen yanında.

Bizim Çırpı, birkaç gündür balkon kapısının yanındaki bulaşık makinasının üstüne tünüyor, oradan sürekli konuşuyor.

Bilerek ‘konuşuyor’ dedim. Çünkü susmamacasına, kedi dilinde bir şeyler söyleyip duruyor. Gözü de sürekli camda, karşı balkonda.

Bugün, mutfakta ev işleri ile ilgilenirken, Çırpı yine geldi, Bulaşık makinasının üstüne yerleşti. Oturduğu yerden sürekli laf yetiştirdi bir yerlere.

Ben de, “yahu bunun derdi ne ki, sürekli konuşuyor” diye düşünüyorum.

Meğer, bizim Çırpı, karşı binanın çatısına konan güvercinleri gözüne kestirmiş. Ancak, neylersin ki, oraya ulaşması mümkün değil.

O da oturduğu yerden sürekli söylenirmiş.

Meğer bizim Çırpı, ulaşamadığı ciğer ‘mundar’ demeyi kendi dilinden gerçekleştiriyormuş.

Ne diyeyim, Çırpı bu işe. Ben de güldüm.

Sadece güldüm…