Suriye savaşı başlatıldığı yıllarda kadrolu yorumcularımız, siyasetin hamaset liderleri, nasıl düşünüp, ne kadarını ifade edeceğimizin kararını veren yerli ve milli yaşam koçlarımız, yanı başımızda yeniden haritalar çizilirken seyirci mi kalsaydık diyorlardı.

Şimdilerde de aynı kadro yine hep bir ağızdan kaçınılmaz gördükleri “müdahale” sonucunda, emperyal güçlerin ipleriyle dipsiz bir kuyuya itilmediğimizi, aksine istediklerimizi elde ede ede ilerlediğimizi ifade ediyorlar.

Ancak yaşadıklarımız, gördüklerimiz, hiç de ifade edildiği gibi değil.

Savaşa dair yapılan bütün güzellemeler ve bundan nemalanma niyetleri bir yana, gelinen noktada, resmî ağızların “Amerika’dan da Batıdan da büyük Allah var” veciz sözleriyle hareket alanımızı neye göre belirlediğimiz gerçeği ile bir kez daha yüzleşmemizi sağladı. Ama iktidar çevreleri ısrarlı, ABD den sonra Rusya’yı da ikna ederek hedefimize ulaştığımızı söylüyorlar.

Oysa, bu kısa süreçte dahi, Trump mektubu, yaptırım ve mal varlığı sırlarının ifşası ve el koyma tehdidi, çocukları kavga ettirip ayırma benzetmeleri, sokak ağzı vs.vs. emperyalizmin tahakküm yöntemleri, bu kez en bayağı üslubu ile muhatap kalışımız, kimin kimi ikna etmiş olabileceğinin ip uçlarını veriyor olsa gerek.

Son olarak da Soçi’de varılan mutabakat ise Suriye savaşı başlatılmadan önceki koşullara dönüş yolunda bir geçiş planı olarak yorumlanıyor. Esed yeniden Esad oluyor.

Resmi öngörülerin ve deklare edilenlerin, yaşanan pratiklerle birbirini teyit etmediği, uyuşmadığı, hatta birbirine ters orantılı seyrettiği çok açık.

Yap boz/boz yap oyununun bir parçası olmaktan gururlanırken, niyetler gerçekleşmeyince ve gelişmeler rahatsızlık yaratır hale geldikçe, köşe kapmacalarla, bir o egemenlik alanına, bir bu egemenlik alanına yaslanarak tarihsel, toplumsal ve bölge halkları için yaşamsal önemde olan değerleri dizayn etmek pek kolay olamayacağı geçen süreçte zaten anlaşılmıştı.

Şimdi özünde aynı ama farklı senaryolarla ve nasıl bir seyir izleneceği konusunda içerdiği belirsizliklere rağmen Rusya’nın denetiminde Suriye topraklarında başlatılan savaş öncesi duruma katkıda bulunacağız.

Türkiye Cumhuriyetini emanet ettiğimiz siyasi irade bu 8 sene boyunca Suriye’nin Esed’sız yeniden inşası yolunda desteklediği politikalar nedeniyle gündelik hayatımıza kadar yansıyan olumsuzlukların, yüklerin, insan ve kaynak kayıplarının hesabını verecek mi ? Toplum bu hesabı onlardan isteyecek mi ?

Bir yandan muhalefet partilerinin de katkılarıyla oluşturulan seferberlik atmosferi sonucunda iktidar partisi herkesi kendi çatısı altında toplanmaya çağıracak kadar dolduruşa getirmek istediği toplumun Kürt fobisini kaşıya kaşıya kapanmayan bir yara haline getirmesi kimlerin işine yaramaktadır ?

Hiç kuşku yok ki, siyasi iktidar kuyruğu dik tutmanın yollarını ararken, kaybeden bizler olmaktayız. Barışı, kardeşliği, haklarımızı geleceğimizi kaybediyoruz.

Kuraldır, düşmanlıkların körüklenmesi her durumda yönetenlerin işine yaramaktadır. Hele hele işsizlik, hayat pahalılığı, süregelen insan ve doğa kıyımı, kamusal kaynakların zenginleşme aracı olarak kullanımı, her alandaki eşitsizlikler ve ayrımcılıklara yönelik tepki ve itirazlarını dile getirmek isteyen toplumsal kesimleri zap-u rap altında tutmanın aracı olarak gerilim politikaları, iktidarlar için vazgeçilmez yöntemler olarak kullanılmaktadır.

Diplomasi ve müzakereler yoluyla hayata geçirilmesi pekala mümkün olan barış içinde bir arada yaşama koşulları için, çaba sarf edilmesini tercih eden toplumsal dinamikler, toplumun büyük çoğunluğunu teşkil etmelerine karşın yok denecek kadar güçsüz ve örgütsüz.

O nedenle seçilmiş yöneticiler kolaylıkla yerlerinden alınabiliyor, tutuklanabiliyor, belediyelere kayyum atanabiliyor, daha çok etkinlik, daha çok farklı sesler yasaklanabiliyor. Toplumsal inisiyatifler sindirildiği oranda egemen olanın başına buyrukluğu, keyfiyeti ve karşıtlarını etkisizleştirme alanları daha çok genişletilebiliyor. Kuşku yok ki bu koşullar dünya konjonktüründen de destek aldığı için kamu düzenine yansıyan fütursuzluklarıyla, hukuksuzluklarıyla kendileri çalıp kendileri oynarlarken, kamusal kaynakları tarumar eden faturaları da, dar ve sabit gelirli geniş halk kesimince ödenmeye devam ediyor.

O nedenle kendi hayatiyetini gerginlik, yasak ve dayatmalara bağlayan iktidar politikalarına bel bağlamanın toplumsal hayatımıza faydası olamayacağı çok açık.

Kim ne derse desin, yaşama hakkı, ifade özgürlüğü gibi varlığımızın teminatları olan en temel hak ve özgürlüklerimizi, demokratik yol ve yöntemleri savunmak, barış içinde birlikte yaşamı savunmak ve bu uğurda çaba sarf etmek, hepimiz için daha anlamlı, daha güzel ve daha gereklidir.