M.Ö. 6. yüzyılda Megara kralı Byzas, biliciye başvurarak, yeni bir kent kuracağını, uygun yerin neresi olduğunu sorar. Bilici, "körler ülkesi'nin karşısına kur!" yanıtını verir.

Kral Byzas, aklında bilicinin sözleri, yola çıkar insanları ile birlikte. Bugün Kadıköy (eski adıyla Kalkedon) kıyılarına geldiğinde, günümüzde “Sarayburnu” olarak anılan tarafa bakar, karşısında yemyeşil, tertemiz, el değmemiş bir güzellik vardır. Çok etkilenir. Karşı taraf bu kadar güzelken, bu insanların neden burada Anadolu yakasında Kadıköy’de (Kalkedeon’da) yerleştiğini bir türlü anlayamaz, aklına birden danıştığı bilicinin sözleri gelir. "Kuracağın kenti körler ülkesinin karşısına kur."

Karşı tarafta bu kadar güzellik varken, insanların buraya yerleşmelerini anlayamaz ve “Demek ki bunlar, görmeleri gereken güzellikleri görmüyorlar, ya da farkında değiller, mutlaka kör olmalılar,” diye düşünerek, kuracağı kenti karşı tarafta kurar. İşte bugün dünya kültür başkenti olarak bildiğimiz, tarih boyunca 4 imparatorluğa başkent olan İstanbul, (eski adıyla Konstantinopolis) böyle kurulur. Yedi tepeden biridir kentin ilk kurulduğu yer. Topkapı Sarayı, Gülhane parkı oradadır.

*

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ambleminde yer alan yedi adet küçük üçgen, aslında kentin üzerinde kurulduğu toplam yedi tepenin simgesidir.

İstanbul’un logosunda ortada yer alan yedi üçgen yedi tepeyi simgeler.

*

Zaman içerisinde İstanbul'un simgesi haline dönüşmüş olan bu yedi tepe, kentin çekirdeğini oluşturan ve surlarla çevrili olan “Konstantinopolis”, “Konstantiniye” ya da kuruluştaki adıyla “Constantinople” olarak bilinen en eski bölümde yer almaktadırlar.

Dünyanınen eski alışveriş merkezi (AVM si) Kapalıçarşı

Yerebatan sarnıcı

Nasıl Roma imparatorluk başkenti “Roma”, tabiî ki eski Roma, yedi tepe üzerinde kurulmuşsa, kral Konstantin tarafından büyük iddialarla kurulan ve “Yeni Roma” (Noyya Roma) olarak algılanan “Konstantinopolis” yani İstanbul kenti de yedi tepe üzerine kurularak ünlenmiş ve günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. Bugün, dünya üzerinde yer alan sayılı kültür başkentlerinden biridir. İki kıtayı birbirine bağlayan tek metropol olarak güzelliği ile tektir.

*

Yazar John Freely, İstanbul’daki bu tepeleri teker teker sayarak şöyle sınıflandırmaktadır:

Birinci tepe, Sarayburnu tepesi olup, üzerinde günümüzde Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi ve Hipodrom (Sultan Ahmet Meydanı) gibi tarihi yapıları barındırmaktadır.

Ayasofya Müzesi

Yedi tepeden ilki, Sarayburnu’ndan içeri doğru yükselen Ayasofya’nın, Sultanahmet Camisi'nin ve Topkapı Sarayı'nın bulunduğu yükseltidir. Burada Ayasofya ile Sultanahmet Camisini görebiliriz. 17. yüzyıl başında Sedefkâr Mehmet Ağa tarafından Sultan Ahmet adına yaptırılan selatin camisinin mavi çinileriyle ünlü olduğu ve dünyadaki tek altı minareli cami özelliğini taşıdığını biliyoruz.

Not: “Selatin Camisi”, tüm masrafları sultan ya da ailesinin kendi şahsi geliri kullanılarak yaptırılan camiye verilen addır. Osmanlı başkenti İstanbul’da 35 kadar “selatin camisi” olduğu bilinmektedir. Bir padişahın selatin camisi yaptırabilmesi için en az bir askeri zafer kazanması, savaş sonunda önemli bir ganimet elde etmesi gerekiyordu.

*

İkinci tepe Nuruosmaniye tepesi olup üzerinde, üzerinde Cağaloğlu semtini, Çemberlitaşı (Konstantin sütununu) ve Nuruosmaniye Camisini barındırmaktadır.

İkinci tepe, Nuruosmaniye Külliyesi'nin bulunduğu, Çemberlitaş'ın yer aldığı yükseltide yer alan Bizans’tan kalan Konstantin sütunu, bugün de kent silüetinde kendini belli eden bir biçim olarak karşımıza çıkmaktadır. Ama daha belirgin olarak Nuruosmaniye Camii’ni görüyoruz. 2. Mahmut zamanında başlayıp 3. Osman zamanında biten cami, Osmanlı Barok tarzını yansıtmakta ve Mimar Sinan imzasını taşımaktadır.

*

Üçüncü tepe, Beyazıt tepesi olup, üzerinde Beyazıt Camisi, İstanbul Üniversitesi (İlk Osmanlı sarayı), Süleymaniye Camisi ve Beyazıt Kulesi gibi yapılar bulunmaktadır.

Üçüncüsü, İstanbul camilerinin en görkemlisi olan Süleymaniye, İstanbul Üniversitesi merkez binası olan eski harbiye nezareti'nin bulunduğu yeri de içine alan üçüncü tepede yer almaktadır. (Beyazıt Kulesi ve camisiyle yan yana konumdadır). Sinan’ın bu Osmanlı başkenti İstanbul’da bulunan en anıtsal eseri Süleymaniye dört minaresiyle görkemli bir manzara çizmekte ve Kanuni Sultan Süleyman’ın yüceliğini, cihan hakimiyetini tüm dünyaya ilan etmektedir.

Süleymaniye Camisi

*

Dördüncü tepe, Fatih tepesi olup, üzerinde Fatih Camisi ve Zeyrek Kilise-Camisi bulunmaktadır.

Dördüncü tepe, üstünde Fatih külliyesi bulunan, güneyde “Lykos” deresi vadisine ve Aksaray'a doğru inen, kuzeyde dik yamaçlarla Haliç sahiline kavuşan tepedir. Bu tepe kenti adeta ikiye bölmektedir. Güneyde Lykos Deresi vadisine ve Aksaray’a doğru inen, kuzeyde dik yamaçlarla Haliç sahiline kavuşan yerde yer alan dördüncü tepeyle üçüncü tepeyi Valens kemeri (Bozdoğan kemeri) birbirine bağlamaktadır. Dördüncü tepenin üstünde Bizans döneminde Havariyun (Havariler) Kilisesi varken, Osmanlı döneminde onun yerini Fatih Sultan Mehmed’in camisi almıştır.

*

Beşinci tepe, Sultan Selim Tepesi olup, üzerinde Yavuz Selim Camisini, Rum Lisesini ve bugünkü Fener patrikhanesini barındırmaktadır.

Sultan Selim külliyesi'nin de yer aldığı beşinci tepe, Haliç’in hemen kıyısından dik bir yokuşla yükselmektedir. Yavuz Sultan Selim Camisi, bu tepenin tam üzerinde yapılmıştır. Oğlu Süleyman’ın saltanat döneminde tamamlanan caminin mimarı kesin olarak bilinmez; ama mimari tarzının, fetih öncesinin Osmanlı camilerini andırdığını söyleyebiliriz.

*

Altıncı tepe, Edirnekapı semtinde olup, üzerinde Mihrimah Camisini ve Tekfur Sarayını bulundurmaktadır.

Edirnekapı ve Ayvansaray'ın kurulduğu, şehrin batı surlarını üzerinde taşıyan altıncı tepe, kentin en yüksek tepesi Edirnekapı’nın bulunduğu yerdedir. Bu noktada, Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan için yaptığı Mihrimah Camii bulunmaktadır. Caminin dört duvarında bulunan dört büyük kemer merkez kubbeyi desteklemektedir. Bu özgün plan sayesinde çok sayıda pencere açmak mümkün olmuştur. İstanbul’un en aydınlık camisi ünvanı bu camiye aittir. Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan’a özel ilgisinin olduğu, gerek Üsküdar’daki, gerekse Edirnekapı’daki camilere özendiği bilinmektedir.

*

Yedinci tepe, Davutpaşa tepesi olup, bünyesinde Haseki külliyesi, Çapa, Cerrahpaşa ve Samatya semtlerini barındırmaktadır.

Yedinci tepe, Aksaray semtinden surlara ve Marmara sahiline kadar giden bölgedir. Tepelerin altısı Haliç’e yakın sıralanırken, yedincisi ve sonuncu tepe, Marmara’ya daha yakındır. Aksaray semtinden surlara ve Marmara sahiline kadar giden bölgede yer alan yedinci tepenin bir tepeden çok bir sırt olduğu da söylenebilir. Sırtın en yüksek noktasında, Sadrazam Cerrah Mehmed Paşa’nın yaptırdığı Cerrahpaşa Camii yer almaktadır. Erken 17. yüzyıl eseri olan caminin yapan mimar, Koca Sinan’ın kalfalarından Davut Ağa’dır.

*Tarihi yarımadanın en yüksek noktası Edirnekapı olup, denizden yüksekliği ancak 70 metreyi bulmaktadır. Sarayburnu adı verilen birinci tepe ise, bu yüksekliğin ancak yarısı kadar bir yüksekliğe sahiptir. Uzaktan bakınca, ikinci ve üçüncü tepeler, dördüncü ve beşinci tepeler de neredeyse bitişik konumda olup, çıplak gözle tepeleri birbirlerinden ayırmak çok zordur.

Bozdoğan (Valent) su kemerleri

Bozdoğan kemeri, kuzeydeki bentlerden su yolları ile gelen içme suyunu Dördüncü tepeden Üçüncü tepeye aktaran bir kemer konumundadır.

Bu tepeleri görebilmek için İstanbul’da en uygun yerler, Galata Kulesi ve Eyüp sırtlarında Piyer Loti kahvesidir.

Antik Roma'nın yedi tepe üzerine kurulu bir kent olması, onunla yarışacak bir kent kurma konusunda çok iddialı olan kral Konstantin’i haddinden fazla etkilemişti. Kuracağı ve kendi adını taşıyacak kent (Konstantinopolis), her bakımdan Roma'ya benzesin, hatta onu geçsin diye çevresindeki insanları yedi tepe fikrine alıştıran o olmuştur.

İstanbul kentinin , aslında yedi değil, doğal olarak altı tepeden oluştuğu, ille de yediye tamamlamak üzere kralın Edirmekapı semtine toprak taşıtarak yedinci tepeyi yapay olarak oluşturduğu da söylenmektedir. Bugün, bu yapay tepe üzerinde Mihrimah Sultan Camisi yer almaktadır.

YEDİ TEPELİ PSİDYA KENTİ: YALVAÇ (ISPARTA)

Isparta Yalvaç Müzesi

Yalvaç kenti, antik Psidya Antiohyası, tıpkı başkent Roma’daki gibi 7 küçük tepe üzerinde yerleştirilerek, “vici”lere (mahalle, semt,bölge) bölünmüş bir antic kent yerleşimidir.

Roma’daki mahalle adları, burada da birebir Yalvaç’ın mahallelerine verilmiştir. İrili ufaklı 7 tepe üzerine kurulan bu mahalleler, “Aedilicius, Germalus, Patricius, Salutaris, Tuscus, Verabrus” ve “Venerius” adlarını taşımaktadırlar.

Yalvaç su kemerleri

Hıristiyanlığı, yerel ya da bölgesel bir inanç sistemi olmaktan kurtaran ve evrensel bir din haline getiren Aziz Paulus, İ.S. 46 ve 62 yılları arasında Psidya Antiocheia'ya (Yalvaç’a) üç kez gelerek, ilk vaazlarını burada vermiştir.

Ayrıca Yalvaç, Roma imparatoru Avgustos'un yaptığı işleri aktaran yazıtları ile de büyük önem taşımaktadır. Aynı konuyu içeren yazıtları, başka üç yerde daha görmek mümkündür. Buyazıtlar, başkent Roma’da, Ankara Avgustos tapınağında ve Isparta’nın Uluborlu ilçesinde (Apollania'da) ele geçmiştir.

Ankara Avgustos Tapınağında bulunan yazıtlar, en iyi korunmuş olanlarıdır. Bu yazıtlar, arkeoloji dünyasında “(Monumentum Ankyranum” (Ankara anıtı) ya da "Index rerum Gestarum" olarak anılmaktadırlar.

FIRAT VADİSİNİN YEDİ TEPELİ KENTİ: ZEUGMA (BELKIS)

Zeugma, günümüzde antik kentin hemen dibinde bulunan ve Birecik baraj gölünün suları altında kısmen kalma tehlikesi olduğu için bir bölümü boşaltılan köyün adı ile “Belkıs” adıyla tanınmaktadır. Antik Zeugma, Birecik baraj gölünün kıyısında Belkıs köyünün yakınında ve tıpkı Roma gibi, tıpkı İstanbul gibi, Yalvaç gibi yedi tepe üzerine kurulu bir kent olarak bulunmaktadır.

Zeugma antik kenti, Fırat nehrinin hemen kıyısından başlayarak,batıya doğru giderek yükselen ve nehir seviyesinden yüksekliği 300 metreyi bulan engebeli yamaçlar üzerine kurulmuş ve yamacın en yüksek noktasında yerleşik bulunan Akropol tepesine kadar uzanan bir yerleşim yeri konumundadır.

Antik kentin yedi tepe üzerine kurulu olduğunu daha önce söyledik. Bu yamaçların güney ve batı kesimlerinde şehir mezarlıkları (nekropoller), doğu ve kuzeydoğu yönlerinde yerleşim yerleri olan “vici”ler (mahalleler), kuzey kesiminde ise kentin yönetildiği ve toplumsal ve kamuya ait binaların bulunduğu ve askeri lejyonun yerleşik bulunduğu bölge ya da bölgeler vardı.

Akropol tepesinin üzerinde, kentin koruyucu tanrıçası olan ve adına Zeugma sikkelerinin bastırıldığı ve sikkeler üzerine kabartmaları basılan bir Tyke (Kader tanrıçası=Fortuna) tapınağı bulunmaktaydı.

Geçmiş zaman içerisinde yaklaşık 4-5 metreyi bulan kalın bir toprak dolgu tabakası altında bulunan Zeugma antik kentinin neredeyse tamamı, sonradan Antep fıstığı ağaçları ile kaplanmıştı. Toprak dolgu üzerinde çok az sayıda mimari parça ve yapı izleri görünüyordu.

Yüzeyden çok farkedilmediği için, iyi korunmuş bir antik kent olmakla birlikte, burası da zaman içinde kaçak kazılardan nasibini almış, çok sayıda eser ne yazık ki bilinçsizce yurt dışına kaçırılmıştır. Kaçak kazı yapıldığına dair ihbarların alınması üzerine, 1992 senesinde bölgede Gaziantep Müzesi tarafından kurtarma kazılara başlanmış, antik kentin bir bölümünün Birecik barajı altında kalacağı belli olduktan sonra kurtarma kazılarına hız verilmiştir.

Kazı çalışmaları sırasında öncelikle kaçak kazıların yapıldığı bölge açılarak, bir Roma villası ortaya çıkartılmış ve teras mozaikleri müzeye kazandırılmıştır.

Teraslarda yer alan villalar, buralarda Zeugma kentinde yaşayan kent elitlerinin (üst düzey insanların, yöneticilerin, zenginlerin, tüccarların, veteranların (asker emeklilerinin) ve yüksek rütbeli askerlerin oturduğunu, Fırat (Euphrates) nehri kıyısında villalar ve lüks evler yaptırdıklarını, evlerin yapımında hiçbir masraftan kaçınmadıklarını, konum itibarıyla evlerin hiçbirinin diğerinin manzarasını kesmeyecek, engellemeycek biçimde yerleştirildiğini, evlerin hepsinin Fırat nehrini görecek şekilde konumlandıklarını ve çok güzel bir manzaraya sahip olduklarını göstermektedir.

Villaların hemen hepsi güney rüzgarlarına açık oldukları için çok havadar konumda idiler. Kurtarma kazılarında ortaya çıkartılan taban ve duvar mozaikleri, bugün Gaziantep kent merkezinde Zeugma Mozaik Müzesi’nde sergilenmekte olup, kapladıkları alan bakımından ve konu zenginlikleri bakımından anılan müzeyi dünyanın en zengin mozaik müzesi konumuna getirmektedir.