Mustafa Kemal, ulusun kurtuluşu için Samsun’a çıkarken, kendinden emin, azimli ve kararlı bir biçimde “Yürüyelim arkadaşlar” diyor. Yola öyle koyuluyor. Ben de “Okuyalım arkadaşlar” diyerek başlıyorum bu yazıma.
Şu anda elimde Serhan Asker’in son kitabı, “Efsane Değil, İnsanım” adını taşıyan anılarla, birbirinden ilginç söyleşilerle dolu çok rahat okunan kitabı var. Bitirmek üzereyim. Serhan Asker'i hepimiz Halk TV deki “Görkemli Hatıralar”dan, uzun soluklu kültür ve sanat ağırlıklı, halkı bilinçlendirmeye yönelik güzel sunumlarından, güzel yurt köşelerine yönelik tanıtımlarından tanıyor ve yaptıklarını takdir ediyoruz. Aydın sorumluluğunu yerine getirdiği için beğeniyoruz. Sonuna kadar da destekliyoruz.
O’nun ortak dil öğretmenimiz olan Emin Özdemir’den ödünç aldığı ama artık programlarında slogan haline getirdiği, her fırsatta yinelediği “Boş çuval dik durmaz. İnsan okur” sav sözünü biliyor, saygıyla karşılıyoruz. Okumaya yönelik özendirmelerini de bir eğitimci olarak çevremizdeki herkesle paylaşıyoruz. Ekibiyle birlikte çok güzel işler başarıyor.
Yukarıda adını andığımız kitabın 66. ve 67. sayfalarında kitaba ve okumaya yönelik ilginç saptamaları ve açıklamaları var Asker'in. Bilmekte, okumaya, okutmaya yönelmekte büyük yarar var.
İlkokulda “Oku, Ali oku” yazan fişlere karşı mahcup olduğumuzu, okumadığımızı söyleyerek üzüntüsünü dile getiriyor o bölümde sevgili Serhan ve şöyle devam ediyor:
“Bir Japon yılda 25 kitap okuyor, Şili’li on sekiz, İsviçre’li on bir kitap okuyor. Bizde ise bir kişi on yılda ancak bir kitap okuyor. (İstatistiklerden biliyoruz, yurdumuzda ders kitapları da dahil olmak üzere ancak sekiz kişiye bir kitap düşüyor. İçler acısı bir durum söz konusu. Neden bu haldeyizin açık biçimde göstergesi bu.” YAS)
“Sekiz milyon nüfusu olan Azerbeycan’da kitaplar ortalama yüz bin baskı ile basılırken, nüfusu seksen milyonu geçkin Türkiye’de bu rakam ortalama 2 bin ile 4 bin arasında değişiyor.”
“Türkiye’de kütüphane sayısı 1.412, kahvehane sayısı 570 bin. Yani 49.500 kişiye bir kütüphane düşerken, 122 kişiye bir kahvehane düşüyor.” (Kitap okuyarak beynimizi geliştirmek, süslemek, yeni şeyler öğrenmek, bilinçlenmek varken, bizler kahve köşelerinde pineklemeyi, zaman öldürmeyi yeğliyoruz. Zaman ve enerji kaybına bakarsanız, ağlanacak durumdayız kısacası. Asker, hem kitabıyla hem de Halk TV de hazırladığı kültürel ağırlıklı görsel şölenen dönüşen yurt tanıtımları ile ilgiyi zirvede tutmayı başarıyor. YAS)
Okumayı özendirmek adına örneklemeye devam ediyor sevgili Asker:
“Bazı ülkelerde kitap okuyanların nüfusa oranı şöyle: Japonya’da % 14, ABD’de % 12, Almanya’da % 11, İngiltere’de % 11. Bize gelince % 0.01 (yani on binde bir).
“Üç buçuk milyonluk Finlandiya’nın kütüphanelerinde otuz altı milyon kitap var, bizde ise sadece on iki milyon." Demek ki, nüfusumuza göre Finlandiya kadar kitabımız olsa, 900 milyona yakın kitabımız olması gerekiyor. Bugünkünün nerdeyse 100 katı.YAS)
“Bir Norveçli kitap için yılda 147 dolar harcıyormuş, biz ise kitaba yılda sadece 33 sent ayırıyormuşuz.” (Dikkatinizi çekerim, dolar değil, doların yüzde biri değerinde olan sent. O da sadece 33 sent. 1 dolar bile değil, yalnızca üçte biri. YAS)
“Tüm bunlara karşılık günde ortalama beş saat televizyon karşısına dikiliyoruz.” diyor Asker. (Çoğu yandaş olan kanallarda ne tür koşullandırıcı, her şeyi güllük gülistanlık gösteren, beyin yıkayan programlar izlediğimiz de ayrı bir değerlendirme ve yazı konusu. Onu geçelim, ama kaç program "Görkemli Hatıralar" kadar öğretici ve doğru yönde özellikle çocukları yönlendirici? YAS)
“Kitap okumaya ise altı saat ayırıyoruz." (İnsan iyiymiş demek istiyor, ama günde değil, yılda altı saat olduğunu duyunca, buyurun şimdi buradan yakın demeden edemiyor. YAS)
“Televizyon karşısında yumulma oranımız % 96.” “Canım ülkem benim”, “Kitap bizde ihtiyaç sıralamasında 1. 3. 5. değil, tam 235. Sırada.” böyle çok sayıda örnekle sürüyor kitap. Dünanın dört köşesinden yazın insanları ve sporcularla yaptığı söyleşileri, onların yaşama yönelik söyledikleri damıtılmış sözler, her biri nerdeyse bir yaşam dersi içeriyor. Gerçekten öyle.
Halbuki okuma konusunda Serhan Asker'in bu yerinde tespitlerinin tam tersine yönelik çok güzel bir örnek uygulama da var ülkemizde. Destansı bir örnek, ama yaşam kadar gerçek. Umut eken, iç ferahlatan bir uygulama projesi. Enstitüler ve enstitülüler babası İsmail Hakkı Tonguç, hemen her fırsatta Enstitü müdüründen tutun da usta öğreticiye ya da diğer çalışanlara kadar tüm enstitü personeline her fırsatta okumalarını öneriyor. Yalın gerçek şu ki, her enstitü öğrencisi, gelecekte köyü içinden canlandıracak her öğretmen adayı ayda en az iki kitap olmak üzere yılda en az 24 kitap okumayı alışkanlık haline getiriyor ve bunu yaşam boyu ilke yapıyor. Kitap, gazete, dergi, ne bulursa okuyor, çevresini aydınlatıyor. 1940 lı yılların Türkiye'sinde bunu yapıyor enstitüler. Bir de bugün geldiğimiz noktaya bakın, hedeften ne kadar sapmışız. Hedeften ne kadar uzak düşmüşüz.
Yukardaki Serhan Asker'in verdiği örneğe bakarsak, Japonya ortalamasını tutturuyor, hatta geçiyor Enstitüler. (Ülkenin eğitim ve kalkınma adına kaçırdığı fırsatın büyüklüğüne bakar mısınız? Özgün ve örnek uygulamaya yazık edenlere yazıklar olsun. YAS)
O zaman toplumsal kurtuluş için reçete mi arıyorsunuz, toplumsal olarak şahlanışa mı geçmek istiyorsunuz, işe, üretime ve teknolojiye yönelik daha çok okul açmakla, her okula yetenekli elinden iş gelir öğretmen sağlamakla, çağdaş ve laik eğitim vererek, ulusal bilinç edindirerek, yurttaş hak ve sorumlulukları hakkında bilinçlendirerek ve olan biteni seyreden değil, sorgulayan, her ortamda doğrunun haklının, yanında yer alan, kısacası katıksız yurtsever yetiştirmeye, kendini kul sananı vatandaş yapmaya, ümmet olduklarını sananları saygın bir ulusun bireyleri olduğunu duyumsatmakla başlayabiliriz. Dogmaları değil, bilimi rehber edinmekte devam edebiliriz. Çözüm burada.
Bu toplumsal sorunun yanıtı, çözüm önerisi o çıkarcı cahillerin, yaşamı mutfakla tuvalet arasında geçen, yemeyi içmeyi, yalan yanlış konuşmayı, haksız yere insanlara kara çalmayı matah sayan kara vicdanlıların “iki ayyaş” diyerek akıllarınca küçümsedikleri, yeri geldiğinde o iki kahramanın ve silah arkadaşlarının sırtından rant devşirmeye çalıştıkları, oy avcılığına çıktıkları ulusal kahramanlardan biri olan İsmet İnönü’den şamar gibi, ders gibi iki cümle ile geliyor:
“Ülkede dürüst insanlar da en az dürüst olmayanlar kadar cesur ve atak olmadıkça, toplumsal kurtuluş gerçekleşemez.”
“Ne zaman ki askerlerimiz de azık torbalarının için de yiyecekleri ekmeğin yanında kitap da taşımaya başlarlarsa işte o zaman ulusça kurtulmuş sayılırız.”
Tersine davranışlar, göz yummalar, Cumhuriyete ve kazanımlarına aykırı bakan şaşıların türemesi ve saçma sapan yorumlar yapması anlamına geliyor. Bugün kimi örneklerle deneyimlediğimiz, soylu ulusumuza yakışmayan ayakbağı olanların durumu budur.
Bizim duyarlı vatandaşlar olarak görevimiz, bir an evvel çok okuyarak, ne okuyacağımız konusunda giderek seçici davranarak, bir yandan nitelikli ortalama oranını yükseltmek, diğer yandan geniş halk katmanlarını okumaya yönelterek ve hak ve sorumluluklarını bilen yurttaşlar olarak kul zihniyetinden, biat kültüründen kurtarmaya çalışmaktır. Zor, ama zorunlu ve soylu bir görevdir bu. Çağdaş uygarlık peşindeki ulusumuza da yakışan durum budur. O zaman ne duruyoruz? Okuyalım, okutalım arkadaşlar! Serhan Asker ile ve Onun " Efsane değil, insanım" kitabı ile başlayabilirsiniz.
Yavuz Ali Sakarya