Ahlat ağacı Anadolu insanına benzer. Ne derdini söyler, ne de duyanı olur feryadını. Ne vazgeçer tutunmaktan ne de terk eder toprağını. Ahlatın bildiği üç türkü vardır. Üçü de sabır üstüne...

Nerede bir ahlat ağacı görsem yanına gidip hasbihal etmeyi ihmal etmedim. Yıl boyu süren o tevazu dolu duruşlarından beklenmeyen bir coşkuyla baharda köpüklü çiçekleriyle en güzel gülleri bile kıskandıran güzelliğe bürünen ahlatlar, pek çoğunun "çalı" diye kıyıp geçtiği ağaçlardır. Yılın bu mevsiminde toprağın en kuru olduğu günler yaşanır. Ancak kuraklığa dayanıklı bir ağaç olan ahlat, meyvelerini tam da bu dönemde olgunlaştırmaya başlar. Azla yetinmenin, direncin ve umudun kaydını tutar sanki…

HİTİTLERDEN BERİ

Nerede bir ahlat ağacı görsem yanına sokulur kulak veririm anlattıklarına. Ne bir ormandır ne de bir bahçe. Ne bir bahçıvan görmüştür ne de bir bağban. Ama her koşulda ağacın da suyun da toprağın da halinden dilinden o anlar. Hititlerden beri Anadolu insanına ekmek olan, aş olan, çiçek olan düş olan ahlat ağaçları sesleniyor…

BU SESE KULAK VERİN

Yaprağın ve toprağın, ışığın ve suyun, karıncanın ve tosbağanın, ağacın ve kuşun, leyleğin ve turnanın, Ceylan’ın ve tavşanın kalbindeki telaşı duyun. Kulak verin bu sese. Ahlat ağaçları bize bir şey anlatıyor. Suyun ve ekmeğin bunca hoyratlığa kurban edildiği tutarsızlık dolu zamanların ardından her birimizin ahlat ağaçları gibi yaşamak zorunda kalacağımız günler çok uzakta değil...

Kulak verin ahlat ağaçlarına. Direnci, umudu, bilgeliği ve ayakta kalmayı öğrenin. Zorunluluğun nasıl da onurlu ve soylu bir yaşama biçimine dönüştürülebileceğini öğrenin. Ahlat ağaçları bize sesleniyor; yara da merhem de bu toprakta bakıp görmesini bilirsen.