Çandır’ın verimli ovasını yok eden Karacaören Barajının ekonomik ömrü doldu. Enerji amacıyla yapılan baraj artık bir çevre sorunu haline geldi. Kirlilik kaynaklı balık ölümleri de cabası. Büyük su kaybı da yaşanan barajın yuttuğu Çandır’daki evlerin bir kısmı sular çekilince açığa çıkıyor.

İnsan yaşadığı coğrafyaya benzer derler... Yaşadığı coğrafya da insana...Bir dağın otu bir kuşa, bir kuş bir masala, bir masal bir insana, bir insan bin insana yol olur Anadolu’da...

Çünkü burası umut ekilip, buğday biçilen topraklar...

Çünkü burası, kibrin gömülüp, tevazuunun yeşertildiği topraklar...

Çünkü burası, ‘Benim Kâbe’m insandır’ diyenlerin yol eylediği topraklar…

Bir coğrafyayı vatan kılan ne varsa hepsini eksiksiz yerine getiren ancak yangında ilk önce ateşe atılan insanların öyküsünün yazıldığı topraklar…

Sahip olunan toprakların bekası için dilde, işte ve fikirde bir olurken, vatan bildiği toprağından ilk el çektirilenlerin öyküsüdür bu…

100 AİLE GÖÇ ETTİRİLDİ

Yıl 1979...

Isparta’da Davraz Dağı’nın koynundan doğan, Ağlasun’dan, Akdağ’dan inen dereleri de sularına katarak binlerce yıldır geçtiği coğrafyaya yaşam vererek Akdeniz’e dökülen Aksu Çayı ve onu besleyen Göksu, Isparta çayı gibi su kaynaklarının üzerine bir baraj inşa etmek için düğmeye basıldı...

Beş yıl süren baraj inşaatı tamamlandığında, bin yıldır bu coğrafyayı yurt edinmiş olan Yörüklerin yaşam alanları da sulara gömüldü...

1984 inşaatı tamamlanarak hizmete alınan Karacaören Barajı’nın suları, Isparta’nın Sütçüler ilçesine bağlı Çandır köyünü ve verimli arazileri yutmuştu...

Burdur’un Bucak ilçesine bağlı Kızıllı ve adını barajın gövdesinin inşa edildiği kanyondan Kargı gibi köyler de Karacaören Barajından etkilendi...

Bugün Antalya-Isparta Karayolunun hemen kıyısında yer alan bir mola yeri konumundaki Karacaören Barajı, Çandır başta olmak üzere birçok köyde yaşayan Yörükleri yaşamından etmişti...

Evleri ve arazileri barajın sularına gömülen Çandır köyünden yaklaşık yüz aile, Çanakkale’nin Gökçeada ilçesine yerleştirildi...

Yüzlerce insan, bir çırpıda yaşam alanlarından koparılmış, bilmedikleri, tanımadıkları bir coğrafyaya adeta sürgün edilmişlerdi...

Ekonomik ömürleri yalnızca 35-40 yıl gibi kısa bir zamanı kapsayan barajların yerinden ettiği bu insanların sessiz çığlığı, o dönemin karar vericilerinin kulaklarına ulaşmadı...

1984 yılında, bugün şirketlerine el konulan Uzan ailesine bağlı Çukurova Holding bünyesinde elektrik üretmeye başlayan Karacaören Barajı, binlerce yıllık birikimi ve kültürüyle vahşi liberalizmin kucağına itilen Türkiye’nin kentlerini işgal eden yabancı malların sergilendiği vitrinleri ışıtırken, koca bir vadiyi tümüyle karartmıştı...

 

ŞENLİK ALANI GİBİ

Antik çağda adı Kestros olarak anılan Aksu ırmağının hayat verdiği geniş bir vadiyi besleyen irili ufaklı onlarca dere, Çandır ve çevresini bereket dolu bir üretim merkezi haline getirmişti...

Burada yaşayan Yörükler, bu bereketli topraklarda susam, yer fıstığı, mısır ve pamuk gibi ürünlerin yanında her türlü sebze ve meyve üreterek bölge insanını doyuruyorlardı...

Çandır’da kurulan büyük pazar,  bir tür panayır yeri, yörenin Yörüklerini birleştiren bir şenlik alanı gibiydi...

Pazar, Türkler için önemli buluşma mekânlarının başında geliyordu...

Ne yazık ki Çandır’ın yüzlerce yıllık pazarı da tüm yaşanmışlığıyla birlikte Karacaören Barajı’nın sularına gömülmüştü...

Baharla birlikte Antalya düzünden, Torosların yaylalarına göçen Yörüklerin keçi sürülerinin uğultulu çan seslerinin yankılandığı yamaçlarda bugün ne yazık ki mermer ocaklarının dağları delik deşik eden iş makinelerinin sesleri yankılanıyor...

 

HÜZÜN DOLU BİR ÖYKÜ

Çandır’ın, acılarla dolu, unutulan göç öyküsünün üzerinden uzun yıllar geçti...

Barajın yuttuğu umutlardan artakalan yaşamların bir kısmı köyde kalıp direndi, bir kısmı ise yetkililerin, “Bundan sonra burada yaşayacaksınız” dediği bin kilometre ötedeki Gökçeada’nın yolu tuttu...

Hüzün dolu bu göç öyküsünün başladığı yıl doğan çocuklar bugün 40 yaşındalar...

Bugün de güzel ülkemizin dört bir yanında ocakları söndüren, yaşamları karartan yıkım projelerinin hızla sürüp gittiği şu günlerde, istedik ki bu öyküler unutulmasın...

Çünkü unutmak, ihanettir, bu güzel topraklara...

BALIKLAR GİTTİ, İNEKLER GELDİ

Bu satırları 2016 yılında Çandır halkının Gökçeada’ya sürgün gibi gönderilme öykülerini ele aldığımız Islak Çarıklar Programı için yazmıştım…

Çandır’ın verimli ovasını yok eden Karacaören Barajının ekonomik ömrü doldu. Enerji amacıyla yapılan baraj artık bir çevre sorunu haline geldi. Kirlilik kaynaklı balık ölümleri de cabası. Büyük su kaybı da yaşanan barajın yuttuğu Çandırdaki evlerin bir kısmı sular çekilince açığa çıkıyor. Balıkçı teknelerinin kıçları artık bataklık bitkilerinin üzerine oturuyor. Bir zamanlar balıkların yüzdüğü baraj gölünün çekildiği alanda artık inekler otluyor.

Barajın parçaladığı Çandır halkı son 40 yılda üreterek ayakta kalmaya çalıştı ve yeniden hayata tutunmaya başladı. Ancak ne olduysa son 10 yıl içinde oldu. Barajın yaralarını sarmaya çalışan insanlar ata topraklarında birden mermer ocağı belasıyla karşılaştılar. Dağlar delik deşik edilmeye, su kaynakları, mağaralar, ormanlar, kurduyla kuşuyla bütün bir bölgenin canlı yaşamının ışığı söndürülmeye başlandı. Çandır’ın sırtını dayadığı, Yazılı Kanyon’un iki yakasındaki dağlar en tepelerinden başlanarak peynir kalıbı gibi kesilerek yok edilmeye başlandı.

 

İKİ YIKIM ARASINDA

Şimdilerde suların çekilmeye başladığı ömrünü tamamlamış bir baraj ve geride bir iki mahallenin kaldığı Çandır’ın üstünde mermer ocaklarıyla tahrip edilmiş, adeta bombalanmış dağlar.

Çandır artık iki yıkım arasında kalmış bir yaşam alanı.

Nişanesi ‘akdoğan’ (aksungur) olan Çavundur Boyunun Anadolu’nun dört bir yanında kurduğu köylerden biri olan Isparta Çandır’ın bir zamanlar ala Şahanlara, akdoğanlara, kızıl akbabalara, kaya kartallarına ve balık baykuşlarına ev sahipliği yapan dağlarında artık iş makineleri ile dev kamyonlar dolaşıyor. Kekik kokulu yaylaları yanık mazot kokusu sarmış.

“Evlerinin önü mersin, sular içmem gadınım tersin tersin” diye yanık türküler söyleyen yağız gençlerin, yarpuzlu pınarların başında gönlünün sevdiğine iç geçiren al yanaklı kızların yüzü gülmüyor artık. İncirin, zeytinin ve üzümün boynu bükük. Narlar eskisi gibi kor kızıl ışıklar saçmıyor Aksu Vadisinden Torosların zirvelerine. Yörük kocaları denklerini yıkıp Çandır’ın serin sularında sağaltmıyor yorgun bedenlerini.


HEPİMİZ ALTINDA KALIRIZ

Bir ülke bir günde yıkılmaz. Dünyanın gördüğü en büyük devletlerden biri olan Roma bir yılda yıkılmadı, adım adım 150 yılda silinip gitti.

Çandır’daki yıkımı en iyi anlatan karelerden biri olan bu fotoğraf, bir ülkenin nasıl yıkıldığının özetidir. Her köy koca Anadolu çınarının bir yaprağı gibidir. Birer birer kurutuldukça bu yeşil yapraklar, bu ulu çınar da yavaş yavaş yıkılıyor.

Ey kalkınma yalanıyla bu güzel ülkeyi oyalayıp yağmalanmasına izin verenler, hepimiz bu yıkımın altında kalacağız…