Devlet üniversitelerinde rektörler, profesör akademik unvanına sahip kişiler arasından görevdeki rektörün çağrısı ile toplanacak üniversite öğretim üyeleri tarafından seçilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca atanıyor; Vakıf üniversitelerinde rektör adaylarının seçimi ve rektörün atanması ilgili üniversitenin mütevelli heyet tarafından yapılıyordu. 2013 yılında seçim koşulu kaldırıldı; rektörler YÖK'ün önerdiği profesörler arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanır hale getirildi. 703 sayılı KHK ile rektör atamaları için profesör olma koşulu da kaldırıldı. Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör ataması da artık mütevelli heyeti tarafından değil, Cumhurbaşkanı tarafından yapılacak. Bunun Türkçesi, sadece devlet üniversitelerinde değil, özel üniversitelerinde de, üniversite özerkliğinin kırıntısının kalmadığıdır.

AKADEMİSYENLİK KURUMUNUN DA RUHUNA FATİHA

Tehlike özerkliğin yok edilmesiyle sınırlı değil. Profesörlük şartının kaldırılmasıyla, mevcut uygulamalarla içine edilen akademisyenlik kurumunun da köküne kibrit suyu döküldü.

Rektörde akademik unvan istenmesi yönetim kademeleri için hiyerarşi aranmasından daha çok, akademik - bilimsel donanım açısından güvenilir kimselerin bu makama değer görülmesiyle ilgili. Şirket genel müdürü mantığıyla üniversitelerin başına getirilmiş kimseler, "Prof. Dr."lara göre ihaleleri daha iyi yönetip, üniversite muhasebesini daha iyi denetleyebilir. Ama bu üniversiteler artık birer bilim kurulu, akademik kurumlar olarak değil, birer Limited ya da Anonim şirket olarak ele alındığında böyledir. Üniversitede rektörün işi ihale takibinden daha çok eğitim öğretim politikasını belirleyip, denetlemek; akademisyenlik kurumunun niteliğini, üniversitedeki bilimsel seviyeyi koruyup, geliştirmektir. Akademik - bilimsel donanımı yetersiz kişiler, ekonomik deneyimi ne olursa olsun, bu işin üstesinden gelemez.

SEVİYE DÜŞÜKLÜĞÜ DİBE VURACAK

Ankara, İstanbul Üniversiteleri; ODTÜ, İTÜ, Mimar Sinan, Boğaziçi gibi üniversitelerimiz, batı üniversitelerine yakın eğitim düzeyine ulaşmış, batı ülkelerinde kabul gören akademisyenlere sahip üniversitelerdi. Üniversitelerin özerkliğinden edilmesinin ardından akademisyenlik kurumu yoğun çalışma, yoğun emek ürünü olarak edinilen bilimsel donanıma değil; torpile, ahbap çavuş ilişkilerine dayanır hale geldi. Üniversitelerimizde her şeye rağmen 30 - 40 yıl önceki donanıma sahip akademisyenlerimize tek tük de olsa rastlanabiliyordu. ODTÜ, Boğaziçi, Mimar Sinan gibi üniversitelerimiz bütün zorlamalara rağmen kalitelerini en az ödünle ayakta tutmasını biliyordu. Görünen o ki, lise eğitiminin başına gelen, üniversite eğitiminin de başına gelecek; seviye düşüklüğü dibe vuracak. Böyle olmamasının tek yolu, isminin başında Rektör, Dekan, Prof. Dr., Doç. Dr. yazanların, bu unvanların devlet memurlarını değil, bilim insanlarını simgelediğini hatırlayıp direnmesi olabilirdi. Diğer alanlarda olduğu gibi üniversitelerde de en azından bilinmez bir geleceğe kadar bu direnci gösterecek insan nesli tükenmiş görünüyor.