Doğanın tahrip edildiği haberleri biz yapmaktan, okuyanlar da takip etmekten bıktı. Ancak gözünü toprak hırsı bürüyenler için değişen bir şey yok. Her gün bir dağ, orman, akarsu, baraj kazılıyor, kesiliyor, katlediliyor.

Biraz daha fazla para kazanabilmek için yasaların boşluklarından yararlanan ve dayısı olanlar doğayı katletme konusunda tereddüt dahi etmiyor.

Açılan ocakların büyük bölümü, 10 yıllarca açık kalıyor ve daha sonra kaderine terk ediliyor. Yani topraktan alınabilecek ne varsa alınıyor ve tedavi olması için kendi doğasına bırakılıyor.

İstisnalar kaideyi bozmaz. Ancak ülkemizdeki ocak anlayışı tamamen böyle.

Yakılan ormanlar için, “Aynısını yapacağız” nakaratlarını dinlesek de, kısa süre sonra beton yığınlarının yükseldiğine şahit oluyoruz.

Çünkü kolay para kazanma kültürünü benimseyen insanlar, yasaları da, gerçekleri de kendisine uydurmayı başarma konusunda mahirdir.

Üretmeyen ülkelerin sonlarını görüyoruz. Sürekli tüketerek üreten ülkelere para kazandırmak, bir ülke için sonun başlangıcıdır. Dünyada sayısız örnek var, tarih sayfaları bu ibretlik öykülerle dolu.

Fabrika yerine AVM açan, üretim yerine ithalatı özendiren toplumlar aslında kendi sonlarını hazırlıyor.

Bu konuda Nijerya’nın başına gelen olay yakın tarihin en somut örneğidir.

Afrika’nın nüfus olarak en kalabalık ve ekonomi olarak en büyük ülkesi olan Nijerya, yıllardır petrol satarak ekonomisini ayakta tuttu. Sınırla sayıdaki petrol üreticisi servetine servet katarken, ülke de buradan gelen kaynaklarla ayakta kaldı.

Ancak son yıllarda petrol fiyatları düşünce ülke hiç de alışık olmadığı bir tablo ile karşı karşıya kalır. Ülke ekonomisi zayıflar, halkın refah düzeyi düşer. Nijerya hükümeti de halkından yerli ve milli ürünleri tüketmesini öğütler.

Ancak küçük bir sorun vardır. Çünkü geçimini tamamen petrole bağlayan Nijerya, petrolden kazandığı para ile ithalata yönelmiş ve üretim yapmayı unutmuştur. Birçok işletme hükümet yetkililerine, günlük hayatta kullandıkları ürünleri ikame edecek yerli ürünlerinin olmadığı gerçeğini aktarır. Mesela Nijerya halkının çok tükettiği çay, kahve ve şarap gibi içeceklerin tamamı ithal edilmiştir ve ülke içinde üretilmesi hiç düşünülmemiştir. Ayrı şekilde temel gıda ürünleri de tamamen ithalat odaklı temin edilmiştir. Afrika kıtasının en büyük domates üreticisi olarak bilinen Nijerya’da domates üretimi azalmış, yetiştirilen domateslerin büyük bölümü de çeşitli sebeplerle toplayamaz hale gelmiştir.

Çünkü petrol parası tatlıdır ve o para ile sonsuza kadar yaşayacaklarını düşünmüşlerdir.

Acı gerçekle yüzleşen Nijerya hükümeti, en azından temel gıda maddelerini vatandaşlarının üretmesi için teşvik programları hazırlar. Bu kez yeni bir sorunla karşılaşırlar. Halk üretim yapmayı unutmuş, gerekli olan işgücü bulunamamıştır.

Afrika’nın en büyük ülkesi son yıllarda içinde bulunduğu darboğazdan çıkmak için hala formül arıyor.

Pandemi döneminde de gördük ki; ürettiğimiz sürece varız. Doğadan çalarak, var olan kaynakları savurarak, sadece tüketerek kendi sonumuzu hazırlıyoruz.

Birçok konuda geç kalmış olabiliriz. Ancak doğayı koruma ve üretim toplumu olma konusunda hala yapabileceklerimizin olduğu da bir gerçek. Üretimi düşünmeyip, biraz daha tüketim kültürüyle yaşamaya devam edersek Nijerya gibi olacağız. Gün gelecek üretmeyi akıl edeceğiz ancak üretim yapacak işgücü bulma konusunda sıkıntı yaşayacağız.

Çünkü “Toprağı işleyen, ekmeği dişler”.