Türkiye’de yargı alanında hep sorunlar olmuştur. Her zaman iktidarın gölgesi az ya da çok yargının üzerine düşmüştür. Tabii yaşadığımız zaman kadar sıkıntılı, adaletsizlikten kimsenin şimdiki kadar utandığı bir dönemde hiç olmamıştır. 12 Eylül dönemi dahil! Sadece yargının bağımsız tek ayağı olan avukatlık, kendi mücadelesini verebilmiştir.
Bu yıl avukatların çatı örgütü olan Türkiye Barolar Birliği (TBB)’nin kuruluşunun ellinci yılı. Ancak bu yıl avukatlar için bir ızdıraba dönmüş durumda. Barolar Birliği tarihinde ilk kez bir Başkan, kendi görevini yerine getirmek dışında her işe soyunmakta, bir gün kendini Tarım Bakanı zannetmekte, bir başka gün Dış İşleri Bakanı olup Kıbrıs ya da Azerbaycan konusunda demeç verebilmektedir… Son zamanlarda da kendini Milli Savunma Bakanı sanıp sınıra teftişe gitmekte, Suriye Operasyonuna ilişkin açıklamalar yapmakta, kendisini eleştirenleri üstü açık ya da kapalı “hainlikle” suçlamaktadır.
TBB Başkanı koltuğunu işgal eden kişiyle ilgili, kamuoyunun şüpheleri olmakla birlikte özelikle 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası tamamen farklı bir yüzle ortaya çıkmıştır. Öncesinde siyasi iktidara muhalif görünümde olup daha çok hukuk devletinden, adaletten, yargı sorunlarından bahsetmiştir. Ancak sonrasında bu söylemleri azaltmış, “Saray’a“ giderek görüşmeler yapmaya başlamış, hatta dört yıldır katılmadığı Adli Yıl açılışına, bu yıl Cumhurbaşkanlığı Sarayında yapılmasına rağmen koşarak gitmiştir. Bu duruma Barolar büyük tepki göstermiştir.
Tepkiler yeni değildir. TBB Başkanından rahatsızlık uzunca bir süredir devam etmektedir. Meslek sorunlarının hiç gündeme gelmemesi, adliyelerde yaşanan sıkıntıların ağırlaşması, Türkiye’de hiçbir meslek örgütünde görülmeyen, her yıl %10 düzeyinde artan avukat sayısı, HSK’nin yaptığı ya da yapmadığı atamalar, hukuk dışı verilen kararların çığ gibi çoğalması karşısında TBB Başkanı ve yönetiminin pasif tutumu avukatları zaten bezdirmişti. Bir ceza hukuku profesörü olmasına rağmen, masumiyet karinesini bilmemesi ya da bildiği halde bazı meslektaşlarını peşin olarak suçlu ilan etmesi kendisine karşı oluşan tepkilerin başka bir nedeniydi.
Bu yılın başında, tutuklu bulunan avukat eski ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın babasının cenazesine elleri kelepçeli olarak götürülmesi, ardından TBB Başkanının bir seyahati sırasında AKP İl Başkanlığını ziyareti ve burada söylediği “Milli bir duruşa ihtiyaç var” söylemi, avukatların sabrını taşırmıştı. Antalya Barosu’nun öncülük ettiği bir hareketle TBB Başkanı’nın istifası istenmiş ve toplam altı Baro, TBB Başkanı’nı istifaya davet etmişti. Bu tepkilere karşı bir özeleştiri yapmak yerine, iktidar diliyle meslektaşlarını suçlama yoluna gitmesi, avukat camiası nezdinde kendisini daha büyük bir kınamaya yol açmıştı.
Bu yıl Mayıs ayında yapılan TBB Olağan Mali Kongresinde, 50 yılda TBB başkanlarının şimdiye kadar almış olduğu eleştirilerin toplamı kadar eleştiriden daha fazlasını tek bir günde aldı. Kendisine her alanda güvensizlik olduğu açıkça belirtildi. TBB tarihinde ilk defa bir Başkan ve yönetimi az kalsın ibra edilmeyecekti ama İstanbul Barosunun ikircikli tutumu yüzünden oy çokluğu ile ibra edildi. Fakat bu eleştirilerden hiçbir ders çıkarmadığı geçen sürede görüldü. Bir süredir Yargı Reformu diye pazarlamaya çalıştığının, şimdiye kadar benzeri çok görülmüş içi boş bir paket olduğu da görüldü. Türkiye’de bunca sorun varken, yargıda bunca sorun varken avukatlar, meslek örgütlerinin çatısı altında böyle bir başkanın varlığını istemiyorlar artık. 11 Baro Yönetim Kurulunun aldığı, olağanüstü seçimli kurultay yapılması talepli kararlar dün itibarıyla TBB merkezine ulaştırılmış durumda.
Avukat camiası bu ayıptan kurtulmalı ve onurunu kurtarmalıdır. Zira Baroların tarihe bırakacağı en önemli miras, onurlu savunma geleneğidir. Başka bir şey değil…