Son aylarda televizyondan, bilgisayardan da olsa, epey bir seçmece film izledim. Bazı filmlerden an'lar, bazı filmlerden sözler kaldı aklımda. Filmin birinin kahramanı, "Hayatım fatura ödemekle geçiyor. Fatura ödemek için sabah işe gidip akşam eve dönmenin dışında yaptığım bir şey yok" türünden bir laf etti. İzlediğim filmlerden aklımda kalan birkaç sözden biri, hiç bir ilginçliği olmayan bu cümlelerdi. Sizi bilmem ama ben ve eşim de aynı şeyleri yapıyoruz. Haftanın altı günü fatura ödemek, haftanın bir günü kendi ev ve özel işlerimiz için çalışıyor; başka bir şey yapmıyoruz. Dün, nereden çıktıysa bu konuyu gündeme getirdim. Sözü açtığım dostum da aynı dertten muzdaripti. İkimiz de eskiye, çocukluk günlerimize ilişkin hikâyelerimizi anlattık.
BENİM HİKÂYEM
Benim hikâyem şöyleydi. Yazın yaylaya göçüyor, kışın köye ("sehil"e) dönüyorduk. Koyun keçi gütmenin dışında ebeveynlerimiz güzün buğday - arpa - yonca ekip, haziran gibi hasat kaldırıyor; üretilen buğdayı değirmene götürüp öğütüyorlar; undan yufka yapıyor ekmek, börek, çörek sorununu hallediyorduk. Domatesin "tomata", patatesin "gumpür" olduğu zamanlardı. Dere kenarındaki "tomatalık"ta domates, salatalık, patlıcan, biber, fasulye, bilumum sebzeler üretilir, bazı sebzeler kış için kurutulurdu. Hayvanlardan elde edilen sütün tüketim dışında kalan kısmından peynir ve tereyağı üretilir satılırdı. Belli dönemlerde koyun - keçi kırkılır, keçi kıllarından çadır yapılır, yayladaki konut sorunu çözülürdü. Yün de parayla satılan bir meta idi. Yevmiye ile istisnai olarak, daha çok dayanışma amaçlı çalışılırdı. Para daha çok giyecek ve köyde yetişmeyen (portakal, muz gibi) meyveler; şeker, lokum, makarna gibi "sanayi ürünleri" için harcanırdı.
PARASIZ DA YAŞANABİLİRDİ
Aslında hiç para olmadan da yaşanabilirdi. Daha çok yaylada, üretilmeyen ihtiyaç maddeleri takas yoluyla karşılanırdı. Bizim yaylaya Bozkır tarafından elma satıcıları gelirdi. Biz onlara bir kilo yün verirdik, onlar bize birkaç kilo elma verirdi. Her evde yeterli sayıda tavuk ve horoz bulunur, yumurta ihtiyacı avlunun ya da evin "dul" denilen bölümlerinde bulunan "folluk"lardan karşılanırdı. Tatlı ihtiyacına karakovanlarda üretilen bal karşılık verirdi. Odun ateşiyle ısınır, çıra ateşiyle aydınlanırdık. Suyu dereden ya da köy çeşmesinden güğümlerle getirir, ibriklerle maşrapalarla kullanırdık. Elektrik faturası, su faturası; kredi, televizyon, mobilya taksiti nedir bilmezdik. Sabah 8.30'da işyerinde olacaksın, akşam 18.30'da döneceksin diye bir şey yoktu. Saat 8.30, saat 18.30 gibi şeyler de yoktu. Kuşluk vardı, sabah vardı; öğle, ikindi, akşam, yatsı vardı. Kimse patronumuz, müdürümüz değildi; kimsenin patronu müdürü filan değildik. "Öyle özlüyorum ki" dedim dostuma, "O günlere dönmeyi"...
ONUN HİKÂYESİ DE AYNI
Dostum benden de dertliymiş. İşlerini oğluna devredip kendini emekliye ayırmış. Oğulun işi dolarla dönen bir işmiş. Dolar alıp başını gidince ekonomi dönmez olmuş. Krediyle çözüm bulma çabaları krizi derinleştirmekten başka işe yaramıyormuş. O da anlattı hikayesini; o da sözünü, "O günlere mi dönsek" diye bağladı.